Connect with us

Genel

Ülkemizde Avukatlık Mesleğinin Kısa Tarihçesi

Yayınlandı

on

Hukukun ve insan haklarının kasti veya gayri ihtiyari ihlallerine tanıklık etmek ve cesaretle karşı koymak avukatların en önde gelen görevidir. İnsanlık tarihinin ilk zamanlarında ‘zorbalıkla-kaba güçle’ eş anlamlı olan ve o şekilde uygulanan ‘hak arama özgürlüğü’, günümüzde başta anayasalar olmak üzere, yasalarla, uluslararası sözleşmelerle tanınan, düzenlenen, kullanılabilen ve güvence altında olan bir özgürlüktür. Hak aramanın bağımsız ve tarafsız bir kurum olan yargı yolu ile elde edilmesi, aşama aşama gelişen ve gerçekleşen bir hukuksal aydınlanmanın sonucudur.

Hak arama özgürlüğünün kullanılmasında ve korunmasında hukuki yardımda bulunan, bu amaçla bireyin yanında yer alan, bilgisini ve zamanını hak arayan kişi veya kişilere özgüleyen hak arama/savunma mesleğinin onurlu temsilcileri ise avukatlardır. Temel haklar arasında düzenlenen savunma hakkı, bireyin kendine yöneltilen bir isnadı karşılama ve bu isnada cevap verme hakkı olarak ifade edilebilir. Anayasa’da “savunma hakkı” tereddüde yer vermeyecek şekilde düzenlenmiştir. Anayasanın 36. maddesinde, “Hak Arama Hürriyeti” içinde, “Temel Haklar ve Ödevler” arasında; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir. Savunma hakkı “dava” kavramıyla bağlantılı olarak tüm muhakeme hukukunu kapsayan, davanın tüm tarafları için geçerli olan bir haktır.

Ülkemizde Tanzimat dönemine kadar şeriat kuralları gereği tarafların bizzat kadı önüne çıkmaları zorunlu idi. Tanzimat döneminde kabul edilen bir yasa ile tarafların bazı davalar açısından kendilerini bir vekil ile temsil ettirebilmeleri mümkün hale gelmiştir. Cumhuriyet döneminde 3 Nisan 1924 tarihinde çıkarılan “Muhamat Yasası” ile gerçek ve tüzel kişilere ait hukuki işleri takip ve dava eden, savunan kimselere avukat [muhami] denileceği belirtilmiştir. Bu yasa ile gerçek ve tüzel kişiler adına aktif ve pasif savunma hakkını kullanma yetkisi avukatlara bırakılmıştır. Avukatlık Yasasının temel yasalardan hatta Anayasadan dahi önce yürürlüğe konulmuş olması, temel hak olan savunmanın önemini ve avukatın bu konuda üstlendiği onur verici görevin boyutunu göstermektedir.

1969 yılında çıkarılan 1136 Sayılı Avukatlık Yasası, hukuki ilişkilerin düzenlenmesinde, her türlü hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesinde ve genellikle hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında vekil sıfatıyla sadece avukatların görev yapabileceğini belirtmekle adeta savunma hakkı ile avukatı özdeşleştirmiş bulunmaktadır. Başkaları adına savunma görevini üstlenen avukatların, bu görevlerini herhangi bir baskı ya da etkiden uzak olarak yerine getirebilmeleri gereklidir. Bu nedenle savunma hakkını yerine getirecek avukat, Taraf temsilcisi olarak faaliyet göstermekle birlikte yargılamaya, yargının bir çalışanı sıfatıyla adaletin gerçekleştirilmesi çabasına da ortak olmalıdır. Avukatlık Kanunundaki düzenlemeye göre; avukat, savcı ve hakim ile birlikte yargılama faaliyetinin üç kurucu unsurundan birisidir.

Avukatlığın asli unsuru olan savunma mesleğinin kökleri kadim Yunan’a kadar gider. Yunan mitolojisinde yer alan Litailer, Avukatlık mesleğinin ilk temsilcileridir. Litailer,(yalvarılar) Tanrı Zeus’a yalvararak suçluların kandırıldıklarını anlatmaya çalışırlar.

Tarihde ise ilk Baro Atina’da kurulmuştur. Dracon ve Solon Atina Barosu’nun ilk avukatlarıdır. Eski roma medeniyetinde avukatlık mesleğini gerçekleştiren kişilere Aduo-Catus (üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan) ismi verilmekteydi. Konsül olduğu zaman Cicero ve yine Cesar Roma Barosu’na kayıtlı avukattı. Kaba gücün, işkencenin, engizisyonun egemen olduğu Orta Çağ’da avukatlık mesleği çok fazla bir gelişme gösterememiştir. Zira bu süreçte kanıtlar, işkence ve itirafla elde edildiği için savunma gereksiz kabul edilmiştir.

Avukatlık mesleği Rönesans ile birlikte yeniden gelişme göstermeye başlamıştır. Bu dönemde avukat, ‘Yumuşak, sakin, Tanrı’dan korkan, gerçeği ve adaleti seven kişi’ olarak tanımlanıyordu. Yine bu dönemde Fransa’da avukatlar mesleklerini ikamet ettikleri yer dışında da yaptıkları için ‘adaletin gezici şövalyeleri’ olarak isimlendiriliyordu. Özellikle Fransız ihtilalinden sonra avukatlık mesleği Dünya da kurumsal bir kimlik kazanmıştır.

Türkiye’de Avukatlık Tarihi- Tanzimat Döneminden Önce

Ülkemizde ilk avukatlık kurumu, Osmanlı Dönemindeki arzuhalciler tarafından gerçekleştirilmekteydi. Ancak bunlarda daha çok talep edilen şey hakkında yazı yazan ve usule ilişkin işlemler gerçekleştiren kişilerdi.

Türkiye’de Avukatlık Tarihi- Tanzimat Dönemi ve Sonrası

Baroların ve avukatlık mesleğinin Türkiye’de oluşmasına zemin oluşturan en önemli aşama; Osmanlı İmparatorluğu zamanında kabul ve ilan edilen 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile onu izleyen 1856 tarihli Islahat Fermanı’ dır.

Bu süreçte; 1840 yılında Ceza Kanunu, 1851’de Kanun-i Cedit ismiyle yeni bir ceza kanunu, 1861 Usulü Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi, 1869’da Şurayı Devlet Nizamnamesi ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye Nizamnamesi, 1871’de Mehakim-i Nizamiye Hakkında Nizamname, Avukatlığın Türk hukukundaki ilk tanımı 1874 “Mecelle” de mahkeme huzurunda taraflardan birini müdafaa eden kimse “şeklinde yazılmıştır.1876 da çıkarılan Dersaadet Dava Vekilliği nizamnamesinde de avukat kelimesi yer almamakla birlikte bunun yerine dava vekilliği kelimesine yer verilmiş ve bu işleri yapacak kişinin şartları ve görevleri hakkında bilgi verilmiştir.1879’da Usulü Muhakeme-i Hukukiye ve Usulü Muhakeme-i Cezaiye kanun ve nizamnameleri çıkarılmış, bu düzenlemelerde ilk kez bugünkü anlamıyla savunma görevini üstlenecek bir vekilin bulunması hususu kabul edilmiştir.

Her iki fermanla birlikte başlayan hukuki ve toplumsal dönüşüme bağlı olarak İlk Osmanlı Barosu, 05 Nisan 1878 tarihinde İstanbul da kurulmuş olan İstanbul Barosu, 1908 meşrutiyetin ilanına kadar faaliyet göstermiştir.17 Haziran 1880 tarihinde ise İstanbul Hukuk Fakültesi kurulmuştur.1884’de de Rumeli–i Şarkı Vilayetine Mahsus Avukatlık Kanunu çıkarılmış ve ilk defa bir kanun metninde avukat kelimesine yer verilmiştir.

Türkiye’de Avukatlık Tarihi ve Cumhuriyet Dönemi

Yüce Önderimiz Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yılında ve daha henüz Cumhuriyetin ilk Anayasası olan 1924 Anayasası yürürlüğe konulmadan önce, avukatlık mesleğini Batı normlarına uygun biçimde düzenlemek amacı ile 03 Nisan 1924 tarihli ve 460 Sayılı Muhamat, yani Avukatlık Kanunu’nu çıkartmıştır.460 Sayılı ‘Muhamat Yasası’, Dünyadaki avukatlıkla ilgili yasa, tüzük, yönetmelik gibi mevzuatlar göz önüne alınarak yürürlükten kaldırılmış, 01 Aralık 1938 tarihinde ‘3499 Sayılı Avukatlık Kanunu’  yürürlüğe konulmuştur.3499 Sayılı Avukatlık Kanunu ile avukatlık mesleğine getirilen en önemli özellik, avukatlığın kamu hizmeti olarak ifade ve kabul edilmiş olmasıdır.

Türkiye’de Avukatlık Tarihi 1969 Yılları ve Sonrasındaki Dönem

3499 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun yerini ise 19 Mart 1969 yürürlük tarihli 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu almıştır.

Türkiye’de Avukatlık Tarihi- 1980 Yılları ve Sonrasındaki Dönem

1136 sayılı Avukatlık Kanunu halen yürürlükte olup, ancak 1980’den sonraki dönemlerde birçok değişikliklere uğramıştır.1136 sayılı Kanun, 2001 yılına kadar ondan fazla değişikliğe uğramış, son olarak 2001 yılında kapsamlı bir değişiklik getiren 4667 sayılı Avukatlık Kanunu ile bugünkü halini almıştır. Bu Kanun ile getirilen en önemli değişiklik, barolar ve Türkiye Barolar Birliği’nin büyük ölçüde Adalet Bakanlığı’nın vesayetinden kurtulmaları ve bağımsızlaşmaları olmuştur. Diğer büyük bir yenilik ise savunma mesleği olarak avukatlığın yargının kurucu unsurlarından olduğunun açıkça belirtilmiştir.

Bu bilgilerden yola çıkılarak Avukatlık Kanununa göre, Avukatlığın tanımını yapmak gerekirse: Avukatlık “her türlü hukuki sorun ve anlaşmazlıkların, adalet  ve  hakkaniyete  uygun olarak çözümlenmesi ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında, yargı organlarına, kişilere, kurum ve kuruluşlara yardım etmek için, hukuki bilgi ve tecrübelerini, adaletin  hizmetine  tahsis  eden  ve  kamu  hizmeti  gören  serbest  meslek mensubudur.

Avukatlık, yargının kurucu unsuru olan bağımsız savunmanın serbestçe temsili ile nitelendirilir. Avukatlık mesleğinin niteliği konusunda Yargıtay’ın bir kararı şöyledir: “Avukat,  müvekkilinin  her  isteğini  sınırsız  biçimde yerine getirmek şöyle dursun, hukuk konusundaki  bilgi  ve  deneyimlerini  kanunlar  ve adalet  yararına kullanmak ödeviyle bağlı ve yükümlüdür.

Avukatlık Mesleğinin Kamu Hizmeti Özelliği

Kamu hizmeti nitelemesi, iki temel ögenin varlığını gerektirir.

-Kamuya yararlı olması

-Kamu kuruluşları veya ilgili kamu kurumlarınca denetlenmesi

Avukatlık kamu hizmetidir. Avukatlar, mesleki faaliyetlerini baroların denetimi ve gözetimi altında yaparlar. Avukatlık asgari ücret tarifelerinin kanunla belirlenmesi, avukata karşı işlenmiş suçların hâkime karşı işlenmiş sayılması, bu durumda uygulanacak cezanın avukatlığın kamu hizmeti niteliğinin bir sonucudur.

Avukat İdare Hukuku anlamında bir kamu görevlisi değildir. Ancak ceza yargılamasında müdafi, özel hukukta ise müvekkil-vekil eden olarak iktidar ve yetki kullanmak suretiyle bir kamu görevi ifa etmektedir.

Avukatlık Mesleğinin Serbest Meslek Özelliği

Avukatlık Kanunu, avukatlık faaliyetini bir serbest meslek faaliyeti olarak tanımlamıştır. Avukatlar yaşamlarının ekonomik yönünü avukatlık faaliyetiyle finanse etseler dahi kendilerinin tacir olmadığı ve özellikle avukatlık mesleğinin ticari faaliyet olmadığının idraki içindedirler. Avukat müvekkilinin hukuki problemlerinin çözümüne yönelik faaliyette bulunur. Avukatlık vekalet, hizmet ve eser sözleşmelerine dayanılarak yürütülür.

Avukat sözleşme ilişkisine girip girmeme bunu sürdürüp sürdürmeme konusunda serbesttir. Ayrıca güven unsuru iki taraf açısından da çok önemlidir. Bilindiği gibi serbest meslek, sermayeden çok mesleki bilgiye ve uzmanlığa dayalı bir meslek dalıdır. Kâr amacı gütmez. Müvekkil verdiği bilgilerin ve sırların avukat tarafından ifşa edilmeyeceğini bilir. Avukatlar aldıkları işleri şahsen yapmak zorundadırlar. Avukatlık Kanunu’nun 35. maddesi adli işlemleri vekâleten yapma hakkını sadece baroya bağlı avukatlara tanımıştır.

Devamını oku
Yorum yapmak için tıklayın

Cevaplayın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Eğitim

Özel Dedektif Yasasının Olduğu Ülkelerde Mevcut durum

Yayınlandı

on

Eğitim ve Lisanslama

Birçok kişi özel dedektif olmaya karar verdiğinde, zaten dedektiflik alanı ile ilgili deneyime sahiptir ya da en azından sektöre ilgisi vardır. Askeri birimde görev yapmış veya polis memuru olarak çalışmış olabilirler. Diğerleri ise suç mahalli incelemesi veya gözetim konusunda deneyime sahiptir. Bu deneyim faydalı olabilir, ancak eğitim ve öğretimin yerini tamamen almaz.

Çoğu durumda, bir kişi özel dedektif olmayı deneyimli bir dedektif ile çalışma yaparak veya resmi eğitim alarak öğrenir. İster iş başında ister sınıfta olsun, gelecekteki bir dedektif adayı şunları öğrenir:

  • Soruşturmaları planlama ve koordine etme
  • Soruşturma ve gözetim teknikleri
  • Soruşturma uygulamalarına ilişkin yasalar ve etik
  • Bilgi edinme
  • Delil işleme prosedürleri

Bazı dedektifler ayrıca eğitimlerine devam etmek için sertifika programlarına katılır ya da uzaktan eğitim programlarına katılır.

Dünyanın birçok yerinde, eğitim ve öğretim sadece ilk adımdır – Özel dedektif olmak ayrıca bir lisans başvurusu yapmayı ve almayı gerektirir. Ancak, bir kişinin geçmesi gereken süreç veya lisanslamanın olup olmadığı bulunduğu ülkeye göre değişir. Örneğin, İngiltere ve Galler’de resmi bir lisanslama prosedürü yoktur. Ancak, Büyük Britanya’da özel güvenliği düzenleyen Güvenlik Endüstrisi Otoritesi, 2005 ve 2006 yıllarında özel dedektifler için lisanslamaya yol açabilecek çalışmalar yapmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, her eyaletin kendi lisanslama gereksinimleri vardır. Alabama, Alaska, Colorado, Idaho, Mississippi, Missouri ve Güney Dakota’nın eyalet çapında bir lisanslama prosedürü yoktur. Diğer çoğu eyalet, eğitim ve öğretim prosedürü ve temiz bir sabıka kaydı gerektirir. Bazı eyaletler de ayrıca okulların müfredatlarını sunmalarını ve eyalet onayı için belirli kriterleri karşılamalarını gerektirir. Bu eyaletlerde, yalnızca akredite bir okuldan eğitim alan kişiler lisanslı dedektif olabilir.

Eğitim süresi ve lisans almak için gereken kesin adımlar önemli ölçüde değişir. Kaliforniya’da, başvuru sahiplerinin belirli eğitim kurslarını tamamlamaları ve yazılı bir sınavı geçmeleri gerekmektedir. Terminoloji de farklı olabilir – Massachusetts’te özel dedektifler eyalet lisanslarına sahipken, özel araştırmacılar sahip değildir. Bazı eyaletler dedektiflerin sorumluluk sigortasına sahip olmalarını gerektirir. Son olarak, bazı eyaletler özel dedektiflerin ateşli silah taşımasına izin verir. Genellikle, bu dedektifin bir silah ruhsatı başvurusu yapmasını ve almasını gerektirir.

Bir lisansa sahip olmak, özel bir dedektifin belirli bir eyalette çalışmasına izin verir, ancak soruşturma çalışmasının doğası gereği dedektiflerin eyalet sınırlarını geçmesi gerekebilir. Bazı eyaletler birbirleriyle karşılıklı anlaşmalara sahiptir – bir eyaletteki lisans, bir kişinin diğerinde de çalışmasına izin verir. Bu tür anlaşmaların olmadığı eyaletlerde çalışan dedektifler bazen yakın eyaletlerde de lisans başvurusu yaparlar. Diğerleri, seyahat ederken asistan, çırak veya stajyer olarak çalışarak diğer eyaletlerdeki dedektiflerle çalışma ilişkileri geliştirirler.

Lisanslar, kişilere özel dedektif olarak kendilerini tanıtma hakkı verir, ancak soruşturmalar sırasında yasaları çiğneme hakkı vermez.

Devamını oku

Eğitim

Marka İhlallerine Karşı Birlikte Mücadele Edelim!

Yayınlandı

on

Değerli WPYB TURKEY Üyeleri,gönüllüleri ve Marka dedektifleri

Marka ihlalleri ve taklit ürünler, hem tüketicilerin güvenliğini tehlikeye atmakta hem de markaların itibarını zedelemektedir. Bu sorunla mücadele etmek ve toplumsal farkındalık oluşturmak amacıyla yeni bir platform oluşturduk. WPYB TURKEY platformu sayesinde, sokaklarda gezerken veya günlük yaşamınızda karşılaştığınız marka ihlallerini kolayca raporlayabilir ve bu sayede hem topluma katkıda bulunabilir hem de önümüzdeki günlerde bu farkındalık projemizle gelir kaynağı oluşturabilirsiniz.

Neden Katılmalısınız?

  • Toplumsal Farkındalık Gerçeği: Marka ihlalleri ve taklit ürünler konusunda bilinçlenmek ve bu konuda toplumu bilgilendirmek.
  • Güvenli Alışveriş: Tüketicilerin güvenli ve orijinal ürünlere ulaşmasını sağlamak.
  • Teşvik ve Ödüller:WPYBTURKEY uygulamamız ile İhlal bildirimlerinizle gelir elde etme fırsatı.

Nasıl Katılabilirsiniz?

  1. Üye Olun: Web sitemize üye olarak ve WPYB TURKEY bünyesinde gönüllümüz olarak topluluğumuza katılın.
  2. Sosyal Medya ve Online Platformlarda Marka Koruma Eğitimi
  3. Marka Dedektifliği Eğitimi
  4. Proaktif Marka Koruma Yaklaşımları Eğitimi
  5. Marka İhlali Tespiti Eğitimi
  6. Uygulama Kullanımı ve Raporlama Eğitimi
  7. Bu eğitimleri ücretsiz tamamlayarak büyük ailemizin bir üyesi ve eğitimli ve Sertifikalı Marka Dedektifi olun.
  8. İhlalleri Bildirin: Sokaklarda veya sosyal yaşamınızda karşılaştığınız marka ihlallerini ve taklit ürünleri raporlayın.
  9. Ödüllerinizi Kazanın: Her ihbarınız için ödüller kazanın ve topluma katkıda bulunun.

Birlikte daha güvenli ve adil bir ticaret ortamı oluşturabiliriz. Siz de bu toplumsal farkındalık hareketine katılın !

WPYB GLOBAL

FARKINDAYIZ,HAZIRIZ,YANINIZDAYIZ.

Devamını oku

Bilim

Savaş Sanatı ve Beyin

Yayınlandı

on

savaş sanatı ve beyin

Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?

Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.

İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.

Sistem devreye girdiğinde;

Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.

Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.

Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.

SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.

Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.

İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.

Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.

Naci Kesener

Savaş Sanatı Eğitmeni

nBeyin

Devamını oku

Trend Yazılar