Bilim
Şizofrenik bir tavır: Paralel Evrenler
Bilimin bugüne kadar ele aldığı en tuhaf fikir acayip deneyler sonucunda kazara ortaya çıktı. Bilim insanları bu konuya oldukça direndi zira akla uygun değildi. Örtbas edilmeye çalışıldı. Ama bir asi yüzünden ciddiye almak durumunda kalındı. Bu düşünceye göre dev bir sabun köpüğü içinde yaşıyoruz. Bizler sadece bir kopyayız ve İkinci Dünya Savaşı hiç yaşanmadı.

Şizofrenik bir tavır: Paralel Evrenler
Bilimin bugüne kadar ele aldığı en tuhaf fikir acayip deneyler sonucunda kazara ortaya çıktı. Bilim insanları bu konuya oldukça direndi zira akla uygun değildi. Örtbas edilmeye çalışıldı. Ama bir asi yüzünden ciddiye almak durumunda kalındı. Bu düşünceye göre dev bir sabun köpüğü içinde yaşıyoruz. Bizler sadece bir kopyayız ve İkinci Dünya Savaşı hiç yaşanmadı.

Okuduklarınız oldukça rahatsız edici değil mi? Bir adam düşünün. Bu adam az sonra paralel evrene girmek üzere. İşine gitmek için metroya gidiyor. Ama bir anda her şey değişiyor. Bir şekilde paralel başka bir boyuta giriş yapıyor. Metronun duvarlarında İngilizce yazılar var. Kurtuluş Savaşı’nı İngilizler kazanmış. Cüzdanından parasını çıkartıyor, üzerinde Atatürk resmi yok, İngiltere kraliçesinin resmi üzerinde var. Sonra açıklanamaz bir şekilde yeniden kendini evinde buluyor ya da öyle sanıyor. Şimdi başka bir paralel evrendeyiz. İkinci Dünya Savaşı’na biz de girmişiz ve Hitler savaşı kazanmış. Metronun her yerinde gamalı haç bayrakları görüyor.
Modern fizikçilere göre paralel evrenler de en az bizim yaşadığımız dünya kadar gerçek. Paralel dünyalar deli saçması söylentiler olarak saf dışı bırakıldı. Fakat artık dünyanın en saygın bilim insanlarından bazıları bu diğer dünyaların gerçekten var olabileceğini öne sürüyor.
Kulağa her ne kadar bilim kurgu gibi gelse de ama diğer evrenlerde yaşayan için de yaşadıkları bir o kadar gerçek. Büyük patlama üzerinde yapılan çalışmalardan, evrenin doğuşuna, atom altı parçacıklarına kadar paralel evrenler bilimin ilgi odağı haline geliyor. O evrenleri görmenin yeni ve tuhaf yolları geliştiriliyor. İlk defa yapılan çok şaşırtıcı yeni keşifler, paralel evrenlerinin varlığına dair bizlere ilk fiziki delilleri gösterebilir gibi görünüyor. Bilim insanlarına göre bizimki dışında çok farklı evrenler var bizimle etkileşim halindeler. Şu anda konuşurken bile sinyaller almaktayız.
Peki bu paralel dünyalar neye benziyor, oralara gidebilecek miyiz ve gidersek orada kimi bulacağız? Bazı bilim insanlarına göre oralarda sonsuz sayıda kopyalarımız olabilir.

Bilim kurgu olarak bakılan paralel evrenleri gündeme getiren ünlü fizikçi Lawrence M. Krauss olmuştur. Kendisi bilimle bilim kurgu sayesinde tanıştığını söylüyor. Çizgi romanlar da hayal gücünü harekete geçiren unsurlar olmuş. Başka dünyalar ve alternatif gerçekler bilim kurgunun ana konusudur. Bu yüzden her yerde karşımıza çıkar ve gördüğümüzden daha fazlası olduğu fikrine dayanır.
Peki bilimsel paralel evrenlerin bilim kurgu olanlara benzer yanları var mı? Krauss’a göre bilim insanlarının keşfettiği paralel evrenler daha görkemli, egzotik ve şaşırtıcı. Çok fazla olasılık olduğunu düşünüyor.
Krauss’un düşüncesinde olan bilim insanları üç farklı tipte paralel evren olduğunu öne sürüyor. Bunlardan bazıları gördüğümüz evrenin en uzak sınırlarının çok uzak ötesinde yer alıyor. Diğer tipteki evrenler kara enerji ile dolu olan ve çoklu evren adı verilen gizemli bir ortamda bulunuyor. Üçüncü tip ise hepimizin içinde yaşadığı aynı uzayda yani burada bulunuyor ama biz bunu göremiyoruz. Bizim diğer evrenlere seyahat edemeyeceğimiz düşünülüyor. Ama gerçekliğin o kadar fazla alternatifi var ki seyahat etmemize gerek yok. Bunların çoğunda bizlerin tıpatıp modelimiz var ve o da kendilerinin bizler olduğunu düşünüyor.
İki farklı evren varsa ve ikisinde de Hande Kısmet bulunuyorsa diğer Hande kendinin tek olduğunu ve gerçek olanın da o olduğunu düşünecektir. Bu tamamen simetriktir ve buradaki püf nokta o ikisinin birbirleriyle ilişki kuramıyor olmasıdır. Bu belki de iyi bir şey olabilir çünkü diğer kendimizle tanışmak istemeyebiliriz.

Son yaklaşımlara göre anılarımızın ve düşlerimizin sonsuza kadar tekrarlandığı evrenler bile olabilir. İyi ama nasıl olur da bilim bu tuhaf fikirlere inanabilir? Bu fikir ilk ortaya atıldığında öfke ile karşılanır ve skandala yol açar. 1870’li yıllarda çılgın bir akım tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’yı sarmıştır. Medyumlar halka açık gösteriler yapıyor ve başka bir gerçeklikte başka dünyalarda yaşayan insanlarla konuştuklarını iddia ediyorlardı. 19. yüzyılın ikinci yarısında farklı boyutlar ve alternatif evrenler düşüncesi insanları büyülüyordu. Bir sürü insan da bu ilgiyi kendi çıkarları için kullanıyordu. Önde gelen bilim insanları ve düşünürler bu dünyaların paralel evrenler olması gerektiğini tahmin ediyordu. Onlardan biri de dönemin en saygın bilim insanlarından biri olan Sir William Crookes idi. Gerçekleştirdiği ciddi bilimsel çalışmalarla elektriğin görünmez gücünün metal nesnelerin ışın yaymasını nasıl sağladığını ve hatta onları sihir gibi hareket ettirebildiğini açıklamıştı. Fakat Crookes’un diğer bir tutkusu da paranormal olaylardı. Medyumları açıkça savunuyordu hatta ruh çağırma seansında çağrılan hayaletlerin fotoğraflarını bile çekiyordu. Medyumların adı sahtekara çıktığında Crookes’un ünü de tamamen yerle bir oldu. Paralel evren ve diğer gerçeklikler hakkındaki tüm tartışmalar bilimsel açıdan sapkınlık olarak kabul edildi. Bu güçlü tepkinin ardından kimse felsefi konularla bir ilgisinin olmasını istemez hale geldi. Bilim insanları bu saçmalıklarla tüm ilgilerini kesmek, bu konulardan uzak durmak istedi.
Fakat paralel evrenler tekrar gündeme gelecekti. Ve bu defa en az hayaletler kadar tuhaf olacaklardı. Mühendislerin pratik sağ duyuları bilim çevrelerine egemen olmaya başlayınca 19. yüzyıl sonlarındaki klasik fiziği altüst eden bir devrimle beraber bilimin modern paralel evrenleri de doğmuş oldu.
Klasik fizikte dünya akla uygundur. Madde parçacıklardan oluşur ve bu parçacıklar katıdır. Basit bir yörüngeyi takip ederler. Hareketlerini, hızlarını, açılarını ve herhangi bir andaki ivmelerini hesaplayabilirsiniz ama en önemlisi tek yerde ve tek zamandadırlar. Bir de dalgalar vardır. Dalgalar bazı açılardan parçacıkların zıttıdır. Onlar yayılmış nesnelerdir ve uzaydaki yerleri belli değildir. Hareketleri her zaman ve herhangi bir anda uzayın farklı noktalarında yer alabilir. Klasik fizikçilerin dalga olduğuna inandıkları bir tek şey varsa o da ışıktı. En azından yeni kuşak bilim insanları ortaya çıkana kadar bu böyle idi.

1900’lerin başında Albert Einstein boş zamanların çoğunu iki şey yaparak geçiriyordu: Keman çalıyor ya da Almanya’da kısa süre önce yapılan bir deneyin tuhaf sonuçlarını anlamaya çalışıyordu. O zamanlar bilimsel açıdan adı duyulmamış biriydi. Deneyi ise Alman fiziğinin en önemli isimlerinden biri olan Phillipp Lenard gerçekleştirmişti. Lenard, ışığın doğasını açıklamak istiyordu. Işığın parlak ışınlarını küçük metal bir objeye yönelterek ne kadar elektrik üretildiğini ölçtü. Işığın devamlılığı olan dalgalardan oluştuğunu varsaydığı için parlaklığı arttırdığı oranda fazla akım olacağını düşünmüştü.

Einstein ortaya çıkarak o ölçümlerin tümünü çok güzel bir şekilde açıkladı. Işık yalnızca dalgalardan ibaret olsaydı anlaşılmamasının normal olduğunu ama aynı zamanda parçacık gibi öbekler halinde davranıyorsa anlaşılabileceğini gösterdi. Bu öbeklere kuantum adı verildi.
Einstein kuantum mekaniğini ortaya atmıştı. Bu bilimsel evrim doğruca paralel evrenlere giden yolda başı çekecekti. Yeni teori etrafımızı saran gerçekliği rahatsız edici bir yolla atom altı seviyesinde açıklıyordu. Klasik fizik yerle bir edilmişti.
Fakat bu kavram yaşadığımız bu yüzyılda anlaşılması güç bir hale geldi. Kuantum dünyası farklıdır, akla yatkın değildir. Aynı anda hem dalga hem parçacık olabilen sadece ışık değildi. Bunun tersi doğruydu. Maddeyi oluşturan tüm parçacıklar da aynı zamanda dalgaydı ve aynı anda bir sürü farklı şey yapabilirlerdi. Hiç yoktan kaybolabilir ve belirebilirlerdi. Kuantum evreni klasik evrenden çok daha tuhaftır. Hatta kuantum evreninde sağduyunun tüm klasik kavramları çöpe gider. Parçacıklar ve dalgalar arasındaki ayrım silikleşir. Hatta parçacıklar dalga, dalgalar da parçacık gibi davranmaya başlayabilir ki bu oldukça kafa karıştırıcıdır.
Sonuç olarak bilim insanları kendilerini gerçek olan her şeyin aynı anda hem parçacık hem de dalga olduğu bir anlamda şizofrenik bir durumda buldular.

Parçacıklar aynı anda birçok yerde bulunabilirler. Bir şey nasıl olur da aynı anda birden fazla yerde bulunabilir ki? Bu acayip mantığa kuantum mekaniği ile ulaşılabiliyor. Evrenimizi oluşturan tüm maddeler parçacıklardan oluşmuştur. Ama dalgaların tek bir konumu yoktur ve bütün parçacıklar aynı zamanda dalgaysa paralel evrenler de doğrudur. Yani biz de parçacıklardan oluşuyorsak ben de aynı anda pek çok yerde olabilirim.
Tarih gelecekte olacakların nasıl minicik olaylara hatta kuantuma bağlı olduğunu gösteren en temel örnektir. Hitler rahme düşerken özellikle o sperm milyonlarcasının arasından sıyrılıp birinci gelmeseydi İkinci Dünya Savaşı hiç olmayabilirdi. Öte yandan Hitler’in nöronlarından bazıları biraz daha farklı davransaydı belki de generallerinin önerilerini daha dikkate alıp savaşı kazanabilirdi.
Birkaç küçük kuantum değişikliği ile şimdi Türkiye olan yer İngiltere’nin sömürgesi de olabilirdi. Küba füze krizi mutlu sonla bitmeyebilirdi. Kuantum mekaniği anlattığımız sonuçların en az yaşadığımız sonuçlar kadar gerçek olduğunu söylüyor. Ama yine de bir gizem vardır. Madem öyle biz neden sadece bir gerçeklik içindeyiz ?
İsterseniz bu sorunun cevabı da başka bir yazının içinde bulunsun. Hepinize daha güzel bir hayatı bize sunan gerçeklikler diliyoruz…
Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=oSUKZaFfvEY

Pi Academic platformu olarak, yazar, editör ve diğer içerik üreticilerimizle sizler için ilgi çekici ve ilgiyle takip edebileceğiniz içerikler üretmekteyiz. Sizlere sunduğumuz içerikler başta Bilim, Teknoloji, Hukuk, İş Dünyası ve Haberler olarak kategorize edilmiştir. Tercih ettiğiniz içerik kategorisine tıklayarak okumaya başlayabilirsiniz.
Bununla beraber siber güvenlik alana ilgi duyuyor ve internette güvende kalmanız için bir şeyler okumak isterseniz buradan temel tavsiyelerle başlayabilirsiniz.
Hayata Pi Academic İle Bakın
Bilim
Daha Hızlı Öğrenmeye ve Hatırlamaya Yardımcı Olacak 11 Bilimsel İpucu

Çocuklar, ebeveynlerinin kendileri için belirlediği yüksek hedeflere ulaşmak adına, kendilerince bir savaş stratejisi oluştururlar. Bu stratejiler, ileride işleri kolaylaştıracaktır elbette ancak, bazı insanlar öğrenme ile ilgili yöntemlerini geliştirmezler ve hayatları boyunca aynı şekilde öğrenip düşünürler. Neyse ki bilim, imdadımıza yetişiyor. İşte öğrenmeyi ve hatırlamayı kolaylaştıracak püf noktaları.
Yeteneklerin parça parça olarak alınması daha kolaydır.
Gitar öğrenmek isterseniz, tüm parçaları tek seferde birleştirmeyi düşünmeyin. Birkaç kolay akordu öğrenmenin daha küçük, daha ölçülebilir olan hedefini, doğru olarak nasıl ilerleneceğini ve bu akortları nasıl bir araya getireceğinizi ayarlayın.
Zamanla, bu ufak becerilerin birikimi, gitar çalma yeteneğini de arttıracaktır.
Mekanik öğrenmeye ve gerçeklere dayalı derslere uygulanan bir tekniktir.
Aynı anda birden fazla iş yapmaktan vazgeçin.
Birçok insan, bu durumu üstün bir meziyetmiş gibi görür. Ancak beyin, aynı anda iki farklı işe aynı seviyede dikkat veremez. Bir görevin tek tek adımlara bölünmesine ilaveten, enerjinizi tek bir göreve ayırdığınızdan emin olun. Dikkatiniz bozulduğunda, odağı orijinal göreve geri döndürmek yaklaşık 25 dakika sürer.
Birden fazla görevi veya işi aynı anda yapmaya çalışmak, farklı becerileri veya kavramları kısmen anlamanızdan başka hiçbir işe yaramaz.
Öğrendiklerinizi yazın. Sürekli yazın.
Bilgileri zihne aktarmanın en iyi yolu, yazmaktır. Araştırmalar, insanların, öğrendikleri şeyleri yazması gerektiğini öneriyor. Teknolojik değil, eski tarz düşünün ve kaleme kağıda sarılın.
2014 yılında yapılan bir araştırma, kalem ve kağıtla not alan öğrencilerin, dizüstü bilgisayarlarında not alan öğrencilerden daha fazlasını öğrendiğini ortaya çıkardı. Bu öğrenci grubu, gerçekleri hatırlama, karmaşık fikirleri ayırma ve bilgi sentezleme konusunda diğerlerinden daha yetenekliydi.
Hatalarınızı kutlayın ve üzerlerinde çalışın.
Kimse mükemmel değil. Öğrenmek, denemeler yapmak, başarısız olmak ve hatalardan ders çıkarmaktan geçer. Yapılan bir araştırma, beyinde, hata yaptığımız anılara pek yer vermediğimizi keşfetti. Aslında, tam aksine, çatlakları onarmak için o anılara daha fazla yer vermemiz gerekiyor.
Ebeveynlere bu konuda çok iş düşüyor. Anne babalar, çocuklarına hiç hata yapmamaları gerektiğini aşılamaya çalıştıklarında, bu durum çocuklarda bir sürü bilgi eksikliğine sebep oluyor.
İyimser olmak, başarıya giden yolda yardımcınızdır.
Çocuklara negatif enerji yüklemek, kendilerinden şüphe etmelerine, endişe içine girmelerine sebep oluyor ve bu çok ciddi zihinsel hasarlara yol açıyor.
Harvard Business School profesörü Alison Wood Brooks; “Kaygı, gerçek çözümleri ve çözüm üreten gerçek düşünce kalıplarını keşfetmemizi engelliyor” diyor.
Ebeveynler, öğrenmeyi keşif olarak görmeleri için çocuklara öğretmelidir. Öğretmek, karar zorlaştığında bir kararlılık hissi vermeye yardımcı olacaktır.
Heyecan verici konular sıkıcı olanlardan daha ‘yapışkandır’.
Tuhaf detaylar barındıran konular, çocukların hafızalarında daha kalıcı izlere sahip olabiliyor. Örneğin; babaannesinin tuhaf kokulu, gerilim filmi dekoru gibi olan evini çok net hatırlıyorlar. Ya da babalarının giydiği o limon sarısı garip şortu.
Eski ABD hafıza şampiyonu Joshua Foer, her kartı garip bir görüntü ile birbirine bağlayarak iki dakikadan kısa bir sürede, destedeki tüm oyun kartlarını ezberledi. Çocuklar, bu avantajı daha faydalı işler için kullanabilirler tabii.
Hızlı okumaya alışın, zaman kazanın.
Olay basit: Daha hızlı okuyabiliyorsanız, daha hızlı öğrenebilirsiniz. Beyni, kelimeleri daha hızlı işleyecek şekilde eğiterek, her birini ayrı ayrı hayal etmeden ziyade bütün kelimeleri okumaya alışıyorsunuz.
Çalışın, çalışın, çalışın.
Güçlü bir iş ahlakı beyinde gerçek bir etki yapar. 2004 yılında yapılan bir araştırma, hokkabazlık gibi becerilerin daha fazla ‘gri madde’ ürettiğini tespit etti. Çalışmayı bırakan insanlarda ise bu özellik kayboldu. Oysa hokkabazlık çok özel bir durum değildi, sadece çalışmayı gerektiriyordu.
Ne yapmadığınızı öğrenmek için bildiklerinizi kullanın.
Çocuklar zor bir konu ile karşılaştıklarında zorlanırlar. Ebeveynler, çocukların konuları anlamalarına yardımcı olurlar. Bu uygulamaya, ilişkisel öğrenme denir. Bir öğrenci futbolu sevebilir ancak diferansiyel hesap ile uğraşabilir. Spiral bir geçiş ile bir viraj eğrisi arasındaki benzerlikleri görebiliyorsa, soyut kavramları anlamada daha yüksek şansa sahiptir.
Zor durumlar her zaman kötü değildir.
Çocuklar zorlu problemlerle başa çıkmayı öğrenmeli. Fakat kanıtlar, bir probleme çok uzun süre harcamanın onu daha da karmaşık hale getirebileceğini gösteriyor.
Çözüm: Bir şeyi aslında çok iyi biliyor ancak o an hatırlamıyorsanız zorlamayın, Google’a sorun.
Başkalarına bir şeyler öğretmek sizin için de faydalı.
Bilim adamları bu durumu “koruyucu etki” olarak adlandırdı. Öğrendiğiniz bir şeyi kendi sözcüklerinizle tanımladığınızda, yalnızca bir fikri ustalıkla göstermekle kalmazsınız. Kendi anlayışınızı da geliştiriyorsunuz demektir.
Bilgileri birisinin kolaylıkla sindirebileceği küçük parçalara ayırırken, konu ile belirli bir samimiyet kazanmış oluyorsunuz.
Bilim
Savaş Sanatı ve Beyin

Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?
Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.
İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.
Sistem devreye girdiğinde;
Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.
Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.
Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.
SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.
Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.
İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.
Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.
Naci Kesener
Savaş Sanatı Eğitmeni
nBeyin
Bilim
Kırık Camlar Teorisi ve Sokak Dedektifliği: Toplumsal Sorumluluk Çağrısı

Kırık Camlar Teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yaptığı bir deneyden esinlenerek geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori, küçük çaplı düzensizliklerin ve ihlallerin, daha büyük suçlara ve toplumsal bozulmalara yol açabileceğini savunur1. Örneğin, terk edilmiş bir binanın camları kırıldığında ve tamir edilmediğinde, bu durum daha fazla vandalizme davetiye çıkarır ve sonunda bina tamamen harap olabilir2.
Bu teoriyi yaşadığımız toplum ve çevredeki aksaklıkları engellemek için kullanabiliriz. İşte burada sokak dedektifliği devreye giriyor. Sokak dedektifleri, mahallelerinde veya çevrelerinde meydana gelen küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Bu, sadece suç oranlarını düşürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de artırır.
Sokak Dedektifi Olmanın Önemi
- Erken Müdahale: Sokak dedektifleri, küçük çaplı düzensizlikleri ve ihlalleri erken aşamada tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Örneğin, bir parkta kırık bir bankın tamir edilmesi, vandalizmin önüne geçebilir.
- Toplumsal Bilinç ve Katılım: Sokak dedektifleri, toplumun diğer üyelerini de bu tür sorunlara karşı duyarlı hale getirir. Bu, toplumsal bilincin artmasına ve herkesin yaşadığı çevreye daha fazla özen göstermesine yol açar.
- Güvenli ve Temiz Çevre: Sokak dedektifleri, çevrelerindeki düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, yaşadıkları alanın daha güvenli ve temiz olmasını sağlarlar. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak toplumun genel refahını artırır.
Sosyal Sorumluluk Çağrısı
Hepimiz yaşadığımız çevrenin bir parçasıyız ve bu çevrenin düzenli, temiz ve güvenli olmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzda. Sokak dedektifliği, bu sorumluluğu yerine getirmenin etkili bir yoludur. Her birimiz, çevremizdeki küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebiliriz. Bu, sadece kendi yaşam kalitemizi artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de sağlar.
Unutmayalım ki, küçük adımlar büyük değişimlere yol açar. Hep birlikte, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Sokak dedektifi olun, toplumsal sorumluluğunuzu yerine getirin ve çevrenizi koruyun!
1: Kırık Camlar Teorisi – Vikipedi 2: Kırık Camlar Teorisi Nedir? – WM Aracı
-
Eğitim4 yıl önce
Öğrenmeyi Öğrenmek ‘Metabilişsel Düşünme’
-
Sağlık4 yıl önce
Salisilat Alerjisi
-
Hukuk4 yıl önce
Adli Psikoloji Dünya ve Türkiye Tarihçe
-
Yazılar4 yıl önce
Zihin Teorisi Ve Sally-Anne Testi
-
Bilim4 yıl önce
Hazırcevap Einstein
-
Bilim4 yıl önce
Organ Yenileme Ustası Semenderler
-
Bilim4 yıl önce
Capgras Sendromu
-
Teknoloji4 yıl önce
Jeff Bezos’un Planı Çok Büyük