Bilim
Organ Yenileme Ustası Semenderler
Türkçemizde, ‘kaplan semenderi’ veya ‘yürüyen balık’ da denilen Aksolotl bilinen adıyla Axolotl, her ne kadar balık olarak bilinse de aslında amfibidirler. Çok sevimli ve gülüyormuş gibi bir suratı var değil mi? Maalesef bu canlıların nesli tükenmek üzere.
Organ Yenileme Ustası Semenderler
Türkçemizde, ‘kaplan semenderi’ veya ‘yürüyen balık’ da denilen Aksolotl bilinen adıyla Axolotl, her ne kadar balık olarak bilinse de aslında amfibidirler. Çok sevimli ve gülüyormuş gibi bir suratı var değil mi? Maalesef bu canlıların nesli tükenmek üzere.
Semenderler belki de insanoğlunun yeni umudu zira organ yenilemesi ile ilgili olarak öğrenebileceğimiz çok ama çok şey var.
Aksolotların bu özelliği yaklaşık 100 senedir bilinmekte. Bir organ koptuğu zaman, bu bölge önce epitel adı verilen hücre dokusuyla kaplanıyor. Sonrasında ise blastema ismindeki doku oluşuyor. Ve buradan yeni bir organ yavaş yavaş büyüyor. Yakın zamana kadar bir organın yavaş yavaş nasıl çıkabileceği ile ilgili olarak çok az şey biliniyordu. Bu sevimli canlılar haritalandırıldı, sıralandı. Laboratuvarda bu canlıların genlerini değiştirmek maksatlı çalışmaların ilerlemesiyle, rejenerasyon yani hücre veya doku yenilenmesi hususunda çalışan bilim insanları çok daha fazla bilgi edindiler.
Bu çalışmalar sayesinde hangi hücrelerin bu yenilenmeye dahil olduklarını biliyoruz. Ve gereken kimyasal içerikler de çıkarılmış sayılır. Belki de bu sayede önümüzdeki 10 yıl içerisinde, insanlar da tıpkı Aksolotlar gibi zarar gören dokularını belki de organlarını yeniden üretebilecekler. Doğrusunu söylemek gerekirse bilim insanlarına göre bu bir olasılık değil, sadece biraz zaman gerekiyor.
Organımızda bulunan hücreler ve dokuları orkestra içindeki enstrümanlara benzetmek mümkün. Her bir enstrüman birlikte çalışarak bir senfoni ortaya çıkarır. Ancak bir organımızı kaybettiğimiz zaman bu senfoninin ahengi bozulur. Fakat bahsettiğimiz bu şirin canlıların bedeni böyle bir kayıp durumunda bir sihirbaz misali, bu organı embriyo halinde gibi oluşturabiliyor.
Aksolotların Yenilemelerinin Adımları
Bu canlıların başına bir şey geldiğinde, dakikalar içinde kanları pıhtılaşıyor. Saatler içinde deri hücreleri bölünerek olayın yaşandığı bölgeye geliyorlar. Ve bu bölgeyi üst deri ile kaplıyorlar. Sonrasında etrafta bulunan dokulardan hücreler de bu mücadeleye dahil oluyor. Burada canlı hücrelerden oluşan ve blastema adı verilen canlı doku ortaya çıkıyor. Ve bu dokuda mucize gerçekleşiyor. Yine doğmadan önce henüz embriyo iken, bacak veya kollar çıkmadan önce nasıl bir çıkıntı bir doku oluşuyorsa, aynı süreç tekrar ediliyor. Son olarak da bu doku içindeki hücreler yavaş yavaş yeni uzuv için gerekli dokuya dönüşüyor. Önce nispeten küçük sonrasında da tam boyutuna erişmiş uzuv ortaya çıkıyor. İşin garibi ise sonrasında ne kadar bakarsanız bakın bu hayvanın mesela hangi bacağının kopup yenilendiğini anlamanız mümkün olmuyor.
Sürecin detayları ise bir o kadar daha ilginç. Toronto’daki bir araştırma merkezinde bir biyolog olan Joshua Currie, bu yenilemeyi sağlayan hücrelerin tam olarak nereden geldiğini sorgulayan bir çalışma yürütüyor. Embriyoda kullanılan kıkırdak hücresi adı verilen ve bu embriyo döneminden arda kalan kondrositler bunda sorumlu olabilir mi?
Bütün bu soruların cevaplarını öğrenmek için bu yenilenme sürecinde mikroskopla inceleme yapıyor. Bu süreçte hücreleri renk kotları ile işaretliyor. Bir canlının parmak ucundan bir miktar dokuyu kesiyor. Ve ardından yenilenmeyi an be an takip ediyor. Sonuçlar ise çok şaşırtıcı.
Embriyoda bulunan kondrositler yani kıkırdak hücrelerinin bu yenilenme süreciyle hiçbir alakasının olmadığını görüyor. Kan damarlarını çevreleyen perisit isimli hücreler de yenilemeye yardımcı olmak için çoğalıyorlardı.
Asıl olay ise, deride bulunan fibroblast isimli hücreler ve kemiklerin içinde bulunan hücrelerle gerçekleşiyordu. Bu hücreler kopan uzvun olduğu bölgede tüm gelişimlerini geriye sararak kondrosit ve diğer hücrelere resmen dönüşüyorlardı.
Asıl sorun da buradaydı işte, bu hücreler bunu nasıl yapıyorlardı?
Genlerin aktif olması ya da olmaması durumu vardır. Bu durumları kendilerini farklı organlar şeklinde ifade etmelerini sağlar. Yani bazı genler mesela bacak oluşturma kılavuzu gibi çalışırlar. Ve tüm bu alakasız hücreler tüm profillerini yeniden düzenleyerek embriyo halinde iken ihtiyaç duyulan hücrelere dönüşüyorlardı.
Bunun üzerine Boston’da rejeneratif biyolog olan Catherine McCusker, işleri biraz daha ileri götürerek sıra dışı bir çalışma yürütmeye başlıyor. Yola çıkış noktası ise, bu canlılarda ortaya çıkacak herhangi bir yaraya gerekli kimyasallar uygulanırsa istenilen organ yetiştirilebilir mi?
Belirli bölgelerde organ büyüme şartlarından biri olan üst deri oluşumu yerine vücudun A vitamini kullanarak ürettiği retinoik asit içeren bir kimyasal karışım kullanan McCusker, öncelikle 38 semenderin kolunun üst kısmında küçük bir deriyi alıyor. Bu bölge birkaç gün içinde iyileşmeye başladığında, kullandıkları kimyasal karışımı 25 semenderde yeni bir kol üretmek için gereken blastema dokusunu oluşturuyor. Bir hafta sonra da retinoik asidi de bu bölgeye kullandıktan sonra bu canlıların yedisinin de kolunun üst kısmında yeni bir kol oluşuyor. Olağanüstü bir sonuçtur bu.
Doğal bir sürece müdahale etmeden bazı modifikasyonlarla süreci manipüle etmeyi başarmıştır McCusker. Fakat kullanılan teknik çok mükemmel değildi. Ve bazı Aksolotlarda aynı yara bölgesinde 2 ya da 3 kol çıkmıştı.
Bütün Bunlar Bizim İçin Ne İfade Ediyor?
Bilim insanları aslında insanoğlunun da bir zamanlar, bu tür yenilenme kabiliyetine sahip olduğunu düşünüyor. Yani biraz gerilere gittiğimizde, bu şirin canlıların kazandığı değil de bizim kaybetmiş olduğumuz körelmiş bir özelliğimiz olabilir.
Aslında zaten bu semenderler bu konuda yalnız da değil. Bazı solucanlar, balıklar ve deniz yıldızları da bu özelliğe sahip. Yani tüm canlıların genomunda bir yerlerde bu yenileme kodu saklı bulunuyor. Kaldı ki embriyo halinde iken bu özellik sonuna kadar kullanılıyor. Diğer taraftan bugün bile miktar da olsa yenileme özelliğine sahibiz. Parmak uçlarımızı, bazı kaslarımızı, karaciğer dokularını ve bir seviyeye kadar derimizi yenileme özelliğine sahibiz. Ancak iş bacak ya da kol gibi organlara geldiğinde işler sarpa sarıyor, yenileyemiyoruz.
Bu uzuvların yenilenmesi konusunda yapılan çalışmalar henüz yol kat edememiş olsa da Massachusetts Üniversitesi’nden bilim insanları, görme yetisini kaybeden insanlarda retina yenilenmesi çalışmalarını sürdürüyorlar. Domuzlar ve insanlar üzerinde gerçekleştirilen testler de mevcut. Ancak henüz nakledilen hücreler birkaç günden fazla yaşayamıyor.
Bu konuda semenderler bize çok şey öğretebilir. Zira domuzlarda retina yenilenmesi tek başına çalışmazken, bu şirin canlılardan alınan hücreler de eklendiğinde çok daha uzun yaşadıkları görülmüş.
Bu sevimli canlıları diğer taraftan inanılmaz başka bir özelliği daha var. Bu canlıların kansere yakalanma riski insanlarla kıyaslandığında tam bin kat daha düşük. Hatta bu alandaki çalışmalar ülkemizde profesör dokor Gürkan Öztürk öncülüğünde yürütülüyor. Kentucky Üniversitesi’nden 300 kadar semenderi araştırmalar yapmak için kurmuş olduğu rejeneratif ve restoratif tıp araştırma merkezine götüren Öztürk, otuza yakın bilim insanı ile birlikte canlılar üzerinde, yüksek yenilenme becerilerinden dolayı, insanlar için sinir sistemi, doku ve organ hastalıkları ile kalp ve damar hastalıklarına yönelik yeni tedaviler geliştirme üzerine araştırmalara odaklandıklarını belirtiyor. Mesela trafik kazasında omuriliği zedelenmiş bir insan ömür boyu felce mahkum demektir. Günümüzde hiçbir tedavisi de bulunmuyor. Eğer Öztürk ve ekibi bu canlıların omuriliklerini nasıl yenilediklerini bulurlarsa buradan çıkacak sonuçlar insanlarda yeni tedavi yöntemleri oluşmasına ışık tutabilir.
Bu hayvanlardan elde edilecek omurilik hücrelerinin bir farede oluşan omurilik hasarına fayda edip etmediği test edilecek.
Umarım bu şirin canlıların hem nesli tükenmez hem de bizlerin hayatlarına yeni bir ivme kazandırırlar.
Kaynak: Bebar Bilim
Pi Academic platformu olarak, yazar, editör ve diğer içerik üreticilerimizle sizler için ilgi çekici ve ilgiyle takip edebileceğiniz içerikler üretmekteyiz.
Bilim
Savaş Sanatı ve Beyin
Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?
Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.
İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.
Sistem devreye girdiğinde;
Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.
Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.
Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.
SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.
Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.
İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.
Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.
Naci Kesener
Savaş Sanatı Eğitmeni
nBeyin
Bilim
Kırık Camlar Teorisi ve Sokak Dedektifliği: Toplumsal Sorumluluk Çağrısı
Kırık Camlar Teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yaptığı bir deneyden esinlenerek geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori, küçük çaplı düzensizliklerin ve ihlallerin, daha büyük suçlara ve toplumsal bozulmalara yol açabileceğini savunur1. Örneğin, terk edilmiş bir binanın camları kırıldığında ve tamir edilmediğinde, bu durum daha fazla vandalizme davetiye çıkarır ve sonunda bina tamamen harap olabilir2.
Bu teoriyi yaşadığımız toplum ve çevredeki aksaklıkları engellemek için kullanabiliriz. İşte burada sokak dedektifliği devreye giriyor. Sokak dedektifleri, mahallelerinde veya çevrelerinde meydana gelen küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Bu, sadece suç oranlarını düşürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de artırır.
Sokak Dedektifi Olmanın Önemi
- Erken Müdahale: Sokak dedektifleri, küçük çaplı düzensizlikleri ve ihlalleri erken aşamada tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Örneğin, bir parkta kırık bir bankın tamir edilmesi, vandalizmin önüne geçebilir.
- Toplumsal Bilinç ve Katılım: Sokak dedektifleri, toplumun diğer üyelerini de bu tür sorunlara karşı duyarlı hale getirir. Bu, toplumsal bilincin artmasına ve herkesin yaşadığı çevreye daha fazla özen göstermesine yol açar.
- Güvenli ve Temiz Çevre: Sokak dedektifleri, çevrelerindeki düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, yaşadıkları alanın daha güvenli ve temiz olmasını sağlarlar. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak toplumun genel refahını artırır.
Sosyal Sorumluluk Çağrısı
Hepimiz yaşadığımız çevrenin bir parçasıyız ve bu çevrenin düzenli, temiz ve güvenli olmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzda. Sokak dedektifliği, bu sorumluluğu yerine getirmenin etkili bir yoludur. Her birimiz, çevremizdeki küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebiliriz. Bu, sadece kendi yaşam kalitemizi artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de sağlar.
Unutmayalım ki, küçük adımlar büyük değişimlere yol açar. Hep birlikte, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Sokak dedektifi olun, toplumsal sorumluluğunuzu yerine getirin ve çevrenizi koruyun!
1: Kırık Camlar Teorisi – Vikipedi 2: Kırık Camlar Teorisi Nedir? – WM Aracı
Bilim
Özel Dedektiflik Eğitimi Kayıt İçin Acele Edin ;15 Ocak 2015
Bu özel Dedektiflik eğitimi ile İnsan davranışlarını analiz etme, iletişim kurma, ikna etme ve müzakere gibi sosyal becerilerin geliştirilmesini hedefliyoruz.Eğitim profesyoneller için ve kayıt sınırlıdır.
1. Sanal Gerçeklik Simülasyonları: Gerçek hayatta karşılaşabilecek zorlu senaryoları (takip edilme, gözetim altına alınma, bilgi toplama vb.) VR ile deneyimleyerek öğrencilerin pratik becerilerini geliştirmesi.
2. Yapay Zeka Destekli Eğitim: Öğrencilerin sorularını yanıtlayan, senaryolar oluşturan ve hatalarını tespit eden AI asistanları ile kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimi sunulması.
3. Uluslararası İşbirliği: Farklı ülkelerdeki dedektiflik okullarıyla ortaklaşa eğitim programları düzenleyerek öğrencilerin küresel bakış açısı kazanması.
4. Cyber Dedektiflik Modülü: Artan siber suçlar karşısında öğrencilerin dijital izleri takip etme, veri analizi yapma ve siber güvenlik konularında uzmanlaşmasını sağlayan bir modül eklenmesi.
5. Sosyal Mühendislik Atölyeleri: İnsanları manipüle etme yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin sosyal becerilerini güçlendirmesi ve karşı tarafı etkileme konusunda uzmanlaşması.
6. Gizli Dil ve Şifreleme Dersleri: Tarihte kullanılan gizli diller ve şifreleme yöntemlerini öğreterek öğrencilerin gizli mesajları çözme ve kendi şifrelerini oluşturma becerilerini geliştirmesi.
7. Beden Dili ve Mikro ifade Analizi: İnsanların bilinçaltı mesajlarını okuyarak doğrulama ve yalan tespiti konularında uzmanlaşmalarını sağlayan bir eğitim modülü.
8. Sahtekarlık ve Dolandırıcılık Eğitimi: Farklı dolandırıcılık yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin bu tür suçlara karşı bilinçlenmesi ve önlem alması.
9. Hayatta Kalma Becerileri Eğitimi: Zorlu koşullarda hayatta kalma tekniklerini öğreterek öğrencilerin fiziksel ve zihinsel dayanıklılıklarını artırması.
10. Etik ve Hukuk Dersleri: Dedektiflik mesleğinin etik kurallarını ve yasal sınırlarını öğreterek öğrencilerin mesleki sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlanması.
Dat Özel Dedektiflik Ümit Hakan Karakaya
-
Eğitim4 yıl önce
Öğrenmeyi Öğrenmek ‘Metabilişsel Düşünme’
-
Sağlık4 yıl önce
Salisilat Alerjisi
-
Hukuk4 yıl önce
Adli Psikoloji Dünya ve Türkiye Tarihçe
-
Yazılar4 yıl önce
Zihin Teorisi Ve Sally-Anne Testi
-
Bilim4 yıl önce
Hazırcevap Einstein
-
Bilim4 yıl önce
Capgras Sendromu
-
Teknoloji4 yıl önce
Jeff Bezos’un Planı Çok Büyük
-
Eğitim4 yıl önce
Görme Engellilerin Gözleri ”Braille Alfabesi”