Connect with us

Genel

Milgram Deneyi Nedir? 2.Dünya savaşı örneği ile anlatım

Farz edelim askersiniz. Komutanınız masum olduğunu düşündüğünüz hatta tanıdığınız bir insanı öldürmenizi istiyor. Buna rağmen emir aldınız diye öldürür müydünüz? Bu şekilde sorduğumuzda elbette ‘tabi ki öldürmem’ diyebilirsiniz.

Yayınlandı

on

Özgür insan mı Sorumluluktan Kaçan Mı ‘Milgram Deneyi’

Farz edelim askersiniz. Komutanınız masum olduğunu düşündüğünüz hatta tanıdığınız bir insanı öldürmenizi istiyor. Buna rağmen emir aldınız diye öldürür müydünüz? Bu şekilde sorduğumuzda elbette ‘tabi ki öldürmem’ diyebilirsiniz.

Ama şu örnek de var önümüzde: Hitler, Nazi Almanyasının başında iken tüm dünyanın nefretini toplamıştı. Tarihin en acımasız diktatörlerinden biriydi. Fakat milyonlarca insanın ölümüne neden olan Hitler değildi. Gaz odalarında, toplama kamplarında milyonlarca kişinin işkence çekmesine ölmesine sebep olan SS’lerin içinde bulununa askerler ya da doktorlardı. Hatta doğrudan emir veren de kendisi değildi. Komutanları bu işi hallediyordu. Aileleri olan, sıradan Alman vatandaşları birer katile dönüşmüştü ve bundan en ufak bir rahatsızlık duymuyorlardı. Çünkü onlar da bunu yapanın kendileri olduğunu düşünmüyordu.

Bu sıradan Alman vatandaşlarından biri de Adolf Eichmann’dı. Eichmann Yahudi katliamının gerçekleştirilmesinde payı olan en önemli isimlerden biridir. Yahudilerin toplama kamplarına transferinden sorumlu idi. Savaş sonrası ABD tarafından yakalanması ardından bir şekilde firar ederek Arjantin’e yerleşmişti. Burada sahte isimle yaşadıktan sonra İsrail gizli teşkilat MOSSAD tarafından yakalanan Eichmann, Kudüs’te gerçekleşen davasında 3 milyon Yahudi’nin öldürülmesinden doğrudan sorumlu bulunarak idamına karar verildi. Karardan iki yıl sonra da idamı gerçekleşti. Bu arada İsrail tarihinde idamı gerçekleşen tek isimdir.

Bu davada en ilgin olanı Eichmann’ın savunmasıydı. Kendisi sadece emirleri uyguladığını söylemiştir. Tıpkı yakalanan ve yargılanan tüm diğer Nazi subayları gibi.

Emirler ve talimatlar bu kadar güçlü bir etkiye mi sahiptir? Nasıl olur da masum insanların, çocukların, kadınların, bebeklerin canını gözlerini kırpmadan almasına, onlara işkence etmesine yol açar? Vicdan burada nerede yer alıyor?

Bu soruların cevaplarını en az bizim kadar merak eden psikolog Stanley Milgram ismindeki psikolog, Eichmann’ın davasından tam bir yıl sonra 1961 yılındai bugün Milgram Deneyi olarak bilinen ve hala okulların psikoloji bölümlerinde ders olarak okutulmaya devam eden bir deney gerçekleştiriyor.

Milgram Deneyi

Milgram, Yale Üniversitesi’nde gerçekleşecek olan bu deney için gazeteye ‘öğrenme ile ilgili bir deney’ tanımlaması ile ilan veriyor ve katılımcıları bu şekilde seçiyor. Deneyde katılımcılar başka bir kişi ile eşleştiriliyor. Kimin öğrenci kimin öğretmen olacağını belirleyen bir kura gerçekleştiriliyor. Elbette bu kura daha önceden ayarlanmıştır. Gazete ilanı ile gelenler her seferinde öğretmen, Milgram’ın asistanlarından biri de her zaman öğrenci oluyordu. Elbette katılımcı karşısındaki kişinin de kendisi gibi ilanla geldiğini düşünüyordu.

Milgram’ın asistanlarından biri olan öğrenci bir odaya alınıyor ve kollarına elektrotlar bağlanıyordu. Öğretmen ve araştırmacı ise yandaki başka bir bölmeye geçiyordu. Bu odada öğrencinin üzerindeki elektrotları kontrol eden bir panel bulunuyor ve bu panelde 15’ten ölümcül olan 450 volta kadar düğmeler bulunuyor.

Psikoloğumuzun bu deneydeki asıl amacı insanların, başka bir insana zarar vermek pahasına da olsa talimatlara ne derece uyacaklarını bulmaktı. Çünkü Hitler döneminde olduğu gibi normal insanların nasıl insanlık dışı suçlar işleyecek kadar itaatkar olduklarını çok merak ediyordu.

Deney gerçekleştiği sırada, laboratuvar önlüğü giymiş aslında bir aktör olan kişi de bulunuyordu. Ve öğrenciye ezberlemesi için bir kelime listesi veriliyor ve öğretmen de bir kelimeyi söyleyerek öğrenciden dört seçenekten oluşan bir kelime grubundan bu kelimeye karşılık gelen kelimeyi bulmasını istiyordu. Öğrenci her hata yaptığında, öğretmenden elektrik şoku vermesi ve tekrarlanan her seferde de elektrik şokunun şiddetini arttırması isteniyordu. Milgram’ın işbirlikçisi olan öğrenci bilerek yanlış cevaplar veriyordu ve öğretmen de yanlış cevap için elektrik şoku veriyordu. Elbette aslında öğrenciye elektrik akımı iletilmiyordu. Fakat bu öğrenci akımı alıyormuş gibi çığlıklar atıyordu.

Öğretmen ise artık elektrik şoku vermek istemediğini söylediğinde oradaki deney görevlisi hemen devam etmesi için komutlar veriyordu. Biri işe yaramadığında kullanacağı dört komut daha bulunuyordu. Birincisi ‘lütfen devam edin’di. İkincisi ‘deney için devam etmeniz gerekiyor’, üçüncüsü ‘devam etmeniz kesinlikle çok önemli’ ve son konut ise ‘devam etmekten başka çareniz yok’ idi.

Öğretmen, öğrencinin çığlıklarından çok rahatsız oluyordur. Ama kendisine komut verildiğinde işlemi son seviyesine kadar çıkartabiliyor. Yani emirler vicdanından daha baskın geliyor.

Milgram Deneyinin Sonuçları

Katılımcıların yüzde 65’i neredeyse ölümcül olan son seviye 450 voltluk seviyeye kadar çıkıyor. Bununla birlikte katılımcıların tamamı 300 volt seviyesine- ki bu da yeterince şiddetli bir seviyedir- çıkmaktan da çekinmiyor.

Asıl önemli olan sonuçları ise şu şekilde sıralayabiliriz:

-Sıradan insanlar, otorite olarak gördükleri bir figürden –bu durumda bir deney görevlisi- aldıkları emirlere bu masum bir insanı öldürmek anlamına da gelse dahi uyma eğilimi gösteriyorlar.

-Otoriteye itaat yetiştirilme tarzımızın da etkisi ile hepimizin bilinçaltına işlemiş durumda.

-İnsanlar otoriteyi insani olarak haklı görüyorlarsa ya da yasal bir dayanağı olduğunu düşünüyorlarsa, aldıkları emirlere uymaya daha da yatkın hale geliyorlar.

-Bu itaat eğilimi de öncelikle ailede, okullarda ve çalışma hayatında daha da katmerleniyor.

Milgram deneyin sonuçları ilgili de şu açıklamayı yapıyor:

‘İtaatin yasal ve felsefi tarafları çok önemli olsa da, insanların somut durumlarda nasıl davrandığına dair çok az şey söylüyor bize. Bu oluşturduğum deney ile sıradan bir vatandaşın başka bir insana sırf kendisine öyle yapmasını söylendiği için ne kadar acı verebileceğini öğrenmek istedim. Bu durumda, otorite, insanların başkalarına zarar vermemeye yönelik vicdanlarından daha güçlü geldi ve bu o kadar baskındı ki, katılımcılar diğer odada kendisi yüzünden çığlık atan insanları bile görmezden geldi.’

Bu deneyden yola çıkarak Milgram bir teori geliştirdi. Bu teoriye göre insanlar, sosyal çevrede iki şekilde davranıyorlar. Birinci gruptaki insanlar ‘özgür’ davranış biçimine sahipler. Yani, davranışlarının, eylemlerinin, söylemlerinin arkasında durarak bunların sorumluluğunu almaktan da çekinmiyorlar.

İkinci gruptaki insanlar ise, ‘sorumluluğu aktarma’ eğilimi gösteriyorlar. Yani başkalarının kendilerini yönlendirmesine izin veriyorlar, işler ters gittiğinde de sorumluluğu başkalarının üstüne atmasını tercih ediyorlar. Bunun içinse iki şartın gerçekleşmesi gerekiyor. Birincisi, insanlar direktiflerine uyduğu kişinin yetkin ve kendilerinden üstün olduğuna ve ikincisi ise, bu otoritenin sorumluluğu üsteleneceğine inanmaları.

Milgram’ın deneyinde yaşanan olaylar da bu savı zaten destekliyor. Hatta bazı deneklere Milgram sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu söylediğinde denekler hemen deneyden çekiliyorlar. Fakat laboratuvar görevlisi sorumluluğun kendilerine ait olduğunu söylediğinde denekler en yüksek voltaja çıkmaktan çekinmiyorlar.

Denekte yer alan insanlar, bizim gibi sıradan insanlar. Her gün işlerine giden evlerine dönen, karşılarındaki insana kim beslemeyen normal insanlar.

Bu deneylerin çeşitli versiyonları gerçekleşmiştir. Dünyanın neresinde olursa olsun insanın doğası değişmiyor. Özgür iradeli insanlardan olabilmemiz dileği ile…

Kaynak: Bebar Bilim

Pi Academic platformu olarak, yazar, editör ve diğer içerik üreticilerimizle sizler için ilgi çekici ve ilgiyle takip edebileceğiniz içerikler üretmekteyiz.

Hayata Pi Academic İle Bakın

Eğitim

Özel Dedektif Yasasının Olduğu Ülkelerde Mevcut durum

Yayınlandı

on

Eğitim ve Lisanslama

Birçok kişi özel dedektif olmaya karar verdiğinde, zaten dedektiflik alanı ile ilgili deneyime sahiptir ya da en azından sektöre ilgisi vardır. Askeri birimde görev yapmış veya polis memuru olarak çalışmış olabilirler. Diğerleri ise suç mahalli incelemesi veya gözetim konusunda deneyime sahiptir. Bu deneyim faydalı olabilir, ancak eğitim ve öğretimin yerini tamamen almaz.

Çoğu durumda, bir kişi özel dedektif olmayı deneyimli bir dedektif ile çalışma yaparak veya resmi eğitim alarak öğrenir. İster iş başında ister sınıfta olsun, gelecekteki bir dedektif adayı şunları öğrenir:

  • Soruşturmaları planlama ve koordine etme
  • Soruşturma ve gözetim teknikleri
  • Soruşturma uygulamalarına ilişkin yasalar ve etik
  • Bilgi edinme
  • Delil işleme prosedürleri

Bazı dedektifler ayrıca eğitimlerine devam etmek için sertifika programlarına katılır ya da uzaktan eğitim programlarına katılır.

Dünyanın birçok yerinde, eğitim ve öğretim sadece ilk adımdır – Özel dedektif olmak ayrıca bir lisans başvurusu yapmayı ve almayı gerektirir. Ancak, bir kişinin geçmesi gereken süreç veya lisanslamanın olup olmadığı bulunduğu ülkeye göre değişir. Örneğin, İngiltere ve Galler’de resmi bir lisanslama prosedürü yoktur. Ancak, Büyük Britanya’da özel güvenliği düzenleyen Güvenlik Endüstrisi Otoritesi, 2005 ve 2006 yıllarında özel dedektifler için lisanslamaya yol açabilecek çalışmalar yapmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, her eyaletin kendi lisanslama gereksinimleri vardır. Alabama, Alaska, Colorado, Idaho, Mississippi, Missouri ve Güney Dakota’nın eyalet çapında bir lisanslama prosedürü yoktur. Diğer çoğu eyalet, eğitim ve öğretim prosedürü ve temiz bir sabıka kaydı gerektirir. Bazı eyaletler de ayrıca okulların müfredatlarını sunmalarını ve eyalet onayı için belirli kriterleri karşılamalarını gerektirir. Bu eyaletlerde, yalnızca akredite bir okuldan eğitim alan kişiler lisanslı dedektif olabilir.

Eğitim süresi ve lisans almak için gereken kesin adımlar önemli ölçüde değişir. Kaliforniya’da, başvuru sahiplerinin belirli eğitim kurslarını tamamlamaları ve yazılı bir sınavı geçmeleri gerekmektedir. Terminoloji de farklı olabilir – Massachusetts’te özel dedektifler eyalet lisanslarına sahipken, özel araştırmacılar sahip değildir. Bazı eyaletler dedektiflerin sorumluluk sigortasına sahip olmalarını gerektirir. Son olarak, bazı eyaletler özel dedektiflerin ateşli silah taşımasına izin verir. Genellikle, bu dedektifin bir silah ruhsatı başvurusu yapmasını ve almasını gerektirir.

Bir lisansa sahip olmak, özel bir dedektifin belirli bir eyalette çalışmasına izin verir, ancak soruşturma çalışmasının doğası gereği dedektiflerin eyalet sınırlarını geçmesi gerekebilir. Bazı eyaletler birbirleriyle karşılıklı anlaşmalara sahiptir – bir eyaletteki lisans, bir kişinin diğerinde de çalışmasına izin verir. Bu tür anlaşmaların olmadığı eyaletlerde çalışan dedektifler bazen yakın eyaletlerde de lisans başvurusu yaparlar. Diğerleri, seyahat ederken asistan, çırak veya stajyer olarak çalışarak diğer eyaletlerdeki dedektiflerle çalışma ilişkileri geliştirirler.

Lisanslar, kişilere özel dedektif olarak kendilerini tanıtma hakkı verir, ancak soruşturmalar sırasında yasaları çiğneme hakkı vermez.

Devamını oku

Eğitim

Marka İhlallerine Karşı Birlikte Mücadele Edelim!

Yayınlandı

on

Değerli WPYB TURKEY Üyeleri,gönüllüleri ve Marka dedektifleri

Marka ihlalleri ve taklit ürünler, hem tüketicilerin güvenliğini tehlikeye atmakta hem de markaların itibarını zedelemektedir. Bu sorunla mücadele etmek ve toplumsal farkındalık oluşturmak amacıyla yeni bir platform oluşturduk. WPYB TURKEY platformu sayesinde, sokaklarda gezerken veya günlük yaşamınızda karşılaştığınız marka ihlallerini kolayca raporlayabilir ve bu sayede hem topluma katkıda bulunabilir hem de önümüzdeki günlerde bu farkındalık projemizle gelir kaynağı oluşturabilirsiniz.

Neden Katılmalısınız?

  • Toplumsal Farkındalık Gerçeği: Marka ihlalleri ve taklit ürünler konusunda bilinçlenmek ve bu konuda toplumu bilgilendirmek.
  • Güvenli Alışveriş: Tüketicilerin güvenli ve orijinal ürünlere ulaşmasını sağlamak.
  • Teşvik ve Ödüller:WPYBTURKEY uygulamamız ile İhlal bildirimlerinizle gelir elde etme fırsatı.

Nasıl Katılabilirsiniz?

  1. Üye Olun: Web sitemize üye olarak ve WPYB TURKEY bünyesinde gönüllümüz olarak topluluğumuza katılın.
  2. Sosyal Medya ve Online Platformlarda Marka Koruma Eğitimi
  3. Marka Dedektifliği Eğitimi
  4. Proaktif Marka Koruma Yaklaşımları Eğitimi
  5. Marka İhlali Tespiti Eğitimi
  6. Uygulama Kullanımı ve Raporlama Eğitimi
  7. Bu eğitimleri ücretsiz tamamlayarak büyük ailemizin bir üyesi ve eğitimli ve Sertifikalı Marka Dedektifi olun.
  8. İhlalleri Bildirin: Sokaklarda veya sosyal yaşamınızda karşılaştığınız marka ihlallerini ve taklit ürünleri raporlayın.
  9. Ödüllerinizi Kazanın: Her ihbarınız için ödüller kazanın ve topluma katkıda bulunun.

Birlikte daha güvenli ve adil bir ticaret ortamı oluşturabiliriz. Siz de bu toplumsal farkındalık hareketine katılın !

WPYB GLOBAL

FARKINDAYIZ,HAZIRIZ,YANINIZDAYIZ.

Devamını oku

Bilim

Savaş Sanatı ve Beyin

Yayınlandı

on

savaş sanatı ve beyin

Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?

Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.

İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.

Sistem devreye girdiğinde;

Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.

Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.

Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.

SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.

Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.

İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.

Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.

Naci Kesener

Savaş Sanatı Eğitmeni

nBeyin

Devamını oku

Trend Yazılar