Bilim
Marie Curie’nin Ardından
Fizikçilerden önce simyacılar yüzyıllar boyunca sınırsız gücün sırlarını çözmek için uğraşıp durdular. Onduzuncu yüzyıl geride kalıp yirminci yüzyıla girildiğinde, fizikçiler bayrak yarışına devam ettiler.
Fizikçilerden önce simyacılar yüzyıllar boyunca sınırsız gücün sırlarını çözmek için uğraşıp durdular. Onduzuncu yüzyıl geride kalıp yirminci yüzyıla girildiğinde, fizikçiler bayrak yarışına devam ettiler. 1800’lü yılların başlarında John Dalton, maddeyle ilgili pek çok keşifte bulunarak, bunları birleşik bir atom teorisinde bir araya getirdi. Diğer araştırmacılar Dalton’un açtığı yoldan kimyasal dizin keşfetmek için kolları sıvadı. Bu yüzyılın ikinci yarısında Dimitri Mendeleyev onları periyodik bir tabloda düzenledi ve gelecekteki keşiflerin alt yapısını sağlamış oldu.
Bilim tarihine geçen dâhiler genellikle erkektir. Ama bu yazı bilim tarihinin en dinamik ve en tutukulu kadınını sizlere anlatacak: Maria Salomee Sklodowska dendiğinde tanıyamabilirsiniz ama bilinen adıyla Madam Curie yazdığımda eminim hatırlamış olacaksınız.
Bir dönem Polonya, Rus, Prusyalı ve Acustralyalı işgalciler tarafından haritadan silinmişti. 7 Kasım 1867’de Rus kontrolündeki Varşova şehrinde Maria Sklodowska adlı şirin bir kız çocuğu dünyaya geldi. Maria, anavatanına yeniden itibar kazandırmayı başaracaktı.
Maria çok zeki bilime karşı ilgili bir kızdı. İki yıl kadar Maria anne sevgisinden uzak kalmak zorundaydı zira annesi tüberküloz hastalığı nedeniyle tedavi altına alınmıştı. Anne döndüğünde bile tecrit edildi. Bu nedenle küçük Maria anne şevkatinden yoksundu. On yaşında ise annesini kaybetti.
Maria başına gelen olumsuzluklara rağmen okulda son derece başarılı oldu. Babası Maria’nın rekabetçi bir çevrede okumasında karar kılarak onu Rus lisesine yazdırdı. Sert Rus disiplini altında bile Maria sınıf birincisi olarak mezun olmayı başardı.
O dönemlerde kadınlardan bundan sonra evlenmeleri beklenirdi. Maria ise yüksek eğitiminin hayallerini kuruyordu. Fakat Rus yetkililer Polonyalı kadınların daha yüksek bir eğitim almalarına izin vermiyordu. Bu yasağa karşılık olarak bir grup Polonyalı yeraltı akademisi kurdu. Adına daha çok ‘’Uçan Üniversite’’ denilen yerde derslere ablası Bronya ile katılan Maria diğer birçok Polonyalı kadından biriydi. Maria ablası ile birlikte o kadar başarılı oldular ki diğer kızlara öğretmenlik yapmaya başladılar.
Maria’nın planı ise farklıydı. O bilim insanı olmak istiyordu. Bronya da doktor olmak istiyordu. Sorbonne kadınları kabul eden bir üniversiteydi ama oraya gitmek için para gerekiyordu. Maria’nın zekası sayesinde bu problem çözüldü. Cesur bir planı vardı: Mürebbiye olarak çalışıp önce Bronya’nın doktor olmasını sağlayacaktı. Sonrasında ise; bu sefer ablası ona yardım edecekti.
Plan yıllarca sürse de işe yaradı. Maria ablası doktor olup kendisine para verir vermez Sorbonne için yola koyuldu. Üniversiteye kayıt olurken isminin Fransızca halini Marie’yı kullandı.
Ablasıyla yaşamın dikkatini dağıttığına karar vererek otobiyografisinde de heyecanla anlattığı bir çatı katını kiraladı. Marie o kadar çok başarılıydı ki en gözde öğretmenlerden ders alma ayrıcalığına sahip oldu. Yine sınıfını birincilikle bitirdi. Hatta o kadar başarılıydı ki bu sayede dışarıda okuyan yetenekli öğrencilere verilen Alexandrovich Bursu ile ödüllendirildi.
İleride Nobel Ödülü alacak olan profesörlerinden biri Gabriel Lippman ondan o kadar çok etkilendi ki Marie’ye çeliğin çeşitli tiplerdeki manyetik özelliklerini araştırması için iş teklif etti. Fakat bu projede kullanılan aletlerin hantallığı Marie’yi zora sokuyordu. Hayal kırıklığı yaşayan Marie’ye endüstri fiziği ve kimyası okulu olan EPCI’da çalışan fizikçiyle görüşmesi önerildi. Bu kişi gelecekteki eşi Pierre Curie olacaktı.
Bilim tarihinin en sıradışı birlikteliği bu sayede başlamış oldu. Pierre başarılı bir fizikçi idi ve halihazırda Curie Yasası oarak bilinecek olan derece üzerinde çalışmaya başlamıştı. O ve kardeşi Jacques, bazı kristallerin baskı altındaylen elektrik ürettiklerini bulmuşlardı. Pierre bununla birlikte kadran elektroskobu denilen bir araç dizayn etmişti. Ve bu cihaz tam da Marie’nin istediği cihazdı zira elektrik yüklemelerindeki değişimleri titiz bir şekilde ölçümlüyordu. İkili 1895 yılında evlendi.
Marie artık EPCI’da manyetik üzerine çalışmaya başlamıştı. Marie bu çalışması ile Gagner Ödülü’nü aldı. Marie bu yoğun çalışmanın yanında bir de kız çocuğu dünyaya getirdi ve ardından depresyona girdi. Zaten depresif bir kişilğe sahip olan Marie’nin bu girdiği ilk depresyon değildi. Marie ataklar geldiğin laboratuvardan hızla fırlayıp çıkıyordu. Çünkü kızına bakan dadının bebeği kaybettiğine kendini inandırıyordu. Bebeğinin iyi olduğunu anlar anlamaz işe dönüyordu ama içindeki sıkıntıyı hafifletmiyordu.
Doktorlar ona senatoryuma gitmesini önerdilerse de o ailesinin yanında ve işinde olmayı tercih etti. Pierre’in babasının yanlarına taşınmasıyla birlikte iyi bir düzen oturtuldu ve çift işlerine daha rahat bir şekilde geri dönebildiler.
Kendini daha iyi hisseden Marie doktora tezine ağırlık verdi. Wilhelm Conrad Röntgen henüz x -ışınını bulmuştu. Antoine-Henrie Becquerel uranyum tuzundan bu ışına benzer bir şeyi tesadüfen keşfettiler. Fakat kendi adlarını verdikleri ışınları çlçümlemeyi zor bulunca araştırmaktan vazgeçtiler.
Marie araştırmayı onların bıraktığı yerden devraldı. Pierre elektoskobu geliştirene kadar, o da ölçümlemede başarılı olamadı. Ama Marie çok kararlıydı toz halindeki uranyum örneklerini ölçümlemek için günlerce çalıştı.
Marie saf uranyumdan yayılan ışınların güçlerini kanıtlar kanıtlamaz, bunu diğer maddeleri de ölçümlemek için kullandı. Toryum elementi örneklerini de ölçümledi ve uranyum kadar olmasa da onların da ışın yaydığını farketti. Katranlı blend, bir tür maden cevheridir. Marie şaşırtıcı bir biçimde uranyumun içinden alındığı bir durumda bile bu cevherin ışın yaymaya devam ettiğini keşfetti. Ve bu ışınların saf uranyumdan bile daha güçlü olduğunu bulguladı.
Araştırmalarına devam eden Marie 1898 yılında şaşırtıcı bir sonuca ulaştı. Bulguları resmi olarak yazıya dökse de Pierre Bilimler Akademisi’nin bir üyesi olmadığından yazıyı onun yerine profesörü sundu.
Bilim insanı Frederick Soddy’nin de söylediği gibi, ‘’Pierre Curie’nin en büyük keşfi Marie idi, Marie’nin en büyük keşfi ise radyoaktiviteydi.’’
Bu keşfin ardından Pierre kristal işini bir kenara bırakıp eşine yardım etmeye başladı.
Marie, bir süre sonra İngiltere, İtalya, Almanya’daki bilim adamlarıyla yarışır hale geldi. Katrankı blendden bizmut gibi hareket eden bir maddeyi izole etmeyi başardı. Fakat bu madde, uranyumdan 17 kat fazla radyoaktiviteydi. Örneklerini saflaştırmaya devam ettikçe radyoaktivite miktarları da artıyordu. İki hafta gibi bir sürede, uranyumdan 150 kat, sonra 300 kat ve en son da 400 kat daha radyoaktif olan örnekler üretti. Marie yeni bir element keşfettiğinden artık emindi. Elemente anavatanı olan Polonya’yı onurlandırmak için polonyum ismini verdi.
Marie yine de durmadı. Katranlı blendin içinde baryum gibi hareket eden ikinci bir madde buldu. Bu madde, saf uranyumdan dokuz yüz kat daha fazla radyoaktifti. Yeni bir element daha keşfettiğine inanan Marie, sonuçlarını konfirme etmek istedi. Test edilen ve element olduğu belirlenen maddeye ışığın Latincesi olan Radius kullanılarak radyum adını verdi.
Fakat zor olan kısmı kimya cemiyetini ikna etmekti. Curie’ler ölçümlenmesi ve test edilebilmesi için bu elementten yeterince izole etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Pierre, terk edilmiş bir hangar buldu. Bu döküntü yerde çalışmalara başladılar. Pierre fiziğe, Marie ise ayıklama sürecine odaklandı.
Bir akşam hangara döndüklerinde raflarda belli belirsiz bir parlaklık olduğunu fark ettiler. Marie’nin saflaştırdığı radyum tuzlarının kavanozlarından bu ışık geliyordu. Her birinin içinde çok az radyum zerresi vardı ve parlatmaya yetmişti. O kadar mutlulardı ki radyumun kendilerine ne kadar zarar verebileceğinden habersizdiler.
Pierre bacaklarındaki dayanılmaz acıdan mustaripti. Radyum tuzlarından parmakları sertleşmiş ve çatlamıştı.
Marie kilo vermeye başladı
Dört yıl ve acılar ardında Marie 10 gramlık radyum üretmeyi başarmıştı. Mendeleyev’in periyodik tablosuna 88 numarayla radyumu yerleştirmeyi başarmıştı. Ve Nobel ödülüyle de buluşlarını taçlandırmayı başardılar.
Hayata Pi Academic İle Bakın
Pi Academic platformu olarak, yazar, editör ve diğer içerik üreticilerimizle sizler için ilgi çekici ve ilgiyle takip edebileceğiniz içerikler üretmekteyiz. Sizlere sunduğumuz içerikler başta Bilim, Teknoloji, Hukuk, İş Dünyası ve Haberler olarak kategorize edilmiştir. Tercih ettiğiniz içerik kategorisine tıklayarak okumaya başlayabilirsiniz.
Bununla beraber siber güvenlik alana ilgi duyuyor ve internette güvende kalmanız için bir şeyler okumak isterseniz buradan temel tavsiyelerle başlayabilirsiniz.
Bilim
Savaş Sanatı ve Beyin
Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?
Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.
İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.
Sistem devreye girdiğinde;
Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.
Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.
Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.
SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.
Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.
İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.
Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.
Naci Kesener
Savaş Sanatı Eğitmeni
nBeyin
Bilim
Kırık Camlar Teorisi ve Sokak Dedektifliği: Toplumsal Sorumluluk Çağrısı
Kırık Camlar Teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yaptığı bir deneyden esinlenerek geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori, küçük çaplı düzensizliklerin ve ihlallerin, daha büyük suçlara ve toplumsal bozulmalara yol açabileceğini savunur1. Örneğin, terk edilmiş bir binanın camları kırıldığında ve tamir edilmediğinde, bu durum daha fazla vandalizme davetiye çıkarır ve sonunda bina tamamen harap olabilir2.
Bu teoriyi yaşadığımız toplum ve çevredeki aksaklıkları engellemek için kullanabiliriz. İşte burada sokak dedektifliği devreye giriyor. Sokak dedektifleri, mahallelerinde veya çevrelerinde meydana gelen küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Bu, sadece suç oranlarını düşürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de artırır.
Sokak Dedektifi Olmanın Önemi
- Erken Müdahale: Sokak dedektifleri, küçük çaplı düzensizlikleri ve ihlalleri erken aşamada tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Örneğin, bir parkta kırık bir bankın tamir edilmesi, vandalizmin önüne geçebilir.
- Toplumsal Bilinç ve Katılım: Sokak dedektifleri, toplumun diğer üyelerini de bu tür sorunlara karşı duyarlı hale getirir. Bu, toplumsal bilincin artmasına ve herkesin yaşadığı çevreye daha fazla özen göstermesine yol açar.
- Güvenli ve Temiz Çevre: Sokak dedektifleri, çevrelerindeki düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, yaşadıkları alanın daha güvenli ve temiz olmasını sağlarlar. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak toplumun genel refahını artırır.
Sosyal Sorumluluk Çağrısı
Hepimiz yaşadığımız çevrenin bir parçasıyız ve bu çevrenin düzenli, temiz ve güvenli olmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzda. Sokak dedektifliği, bu sorumluluğu yerine getirmenin etkili bir yoludur. Her birimiz, çevremizdeki küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebiliriz. Bu, sadece kendi yaşam kalitemizi artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de sağlar.
Unutmayalım ki, küçük adımlar büyük değişimlere yol açar. Hep birlikte, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Sokak dedektifi olun, toplumsal sorumluluğunuzu yerine getirin ve çevrenizi koruyun!
1: Kırık Camlar Teorisi – Vikipedi 2: Kırık Camlar Teorisi Nedir? – WM Aracı
Bilim
Özel Dedektiflik Eğitimi Kayıt İçin Acele Edin ;15 Ocak 2015
Bu özel Dedektiflik eğitimi ile İnsan davranışlarını analiz etme, iletişim kurma, ikna etme ve müzakere gibi sosyal becerilerin geliştirilmesini hedefliyoruz.Eğitim profesyoneller için ve kayıt sınırlıdır.
1. Sanal Gerçeklik Simülasyonları: Gerçek hayatta karşılaşabilecek zorlu senaryoları (takip edilme, gözetim altına alınma, bilgi toplama vb.) VR ile deneyimleyerek öğrencilerin pratik becerilerini geliştirmesi.
2. Yapay Zeka Destekli Eğitim: Öğrencilerin sorularını yanıtlayan, senaryolar oluşturan ve hatalarını tespit eden AI asistanları ile kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimi sunulması.
3. Uluslararası İşbirliği: Farklı ülkelerdeki dedektiflik okullarıyla ortaklaşa eğitim programları düzenleyerek öğrencilerin küresel bakış açısı kazanması.
4. Cyber Dedektiflik Modülü: Artan siber suçlar karşısında öğrencilerin dijital izleri takip etme, veri analizi yapma ve siber güvenlik konularında uzmanlaşmasını sağlayan bir modül eklenmesi.
5. Sosyal Mühendislik Atölyeleri: İnsanları manipüle etme yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin sosyal becerilerini güçlendirmesi ve karşı tarafı etkileme konusunda uzmanlaşması.
6. Gizli Dil ve Şifreleme Dersleri: Tarihte kullanılan gizli diller ve şifreleme yöntemlerini öğreterek öğrencilerin gizli mesajları çözme ve kendi şifrelerini oluşturma becerilerini geliştirmesi.
7. Beden Dili ve Mikro ifade Analizi: İnsanların bilinçaltı mesajlarını okuyarak doğrulama ve yalan tespiti konularında uzmanlaşmalarını sağlayan bir eğitim modülü.
8. Sahtekarlık ve Dolandırıcılık Eğitimi: Farklı dolandırıcılık yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin bu tür suçlara karşı bilinçlenmesi ve önlem alması.
9. Hayatta Kalma Becerileri Eğitimi: Zorlu koşullarda hayatta kalma tekniklerini öğreterek öğrencilerin fiziksel ve zihinsel dayanıklılıklarını artırması.
10. Etik ve Hukuk Dersleri: Dedektiflik mesleğinin etik kurallarını ve yasal sınırlarını öğreterek öğrencilerin mesleki sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlanması.
Dat Özel Dedektiflik Ümit Hakan Karakaya
-
Eğitim4 yıl önce
Öğrenmeyi Öğrenmek ‘Metabilişsel Düşünme’
-
Sağlık4 yıl önce
Salisilat Alerjisi
-
Hukuk4 yıl önce
Adli Psikoloji Dünya ve Türkiye Tarihçe
-
Yazılar4 yıl önce
Zihin Teorisi Ve Sally-Anne Testi
-
Bilim4 yıl önce
Hazırcevap Einstein
-
Bilim4 yıl önce
Organ Yenileme Ustası Semenderler
-
Bilim4 yıl önce
Capgras Sendromu
-
Teknoloji4 yıl önce
Jeff Bezos’un Planı Çok Büyük