Connect with us

Bilim

Hücreleriyle ölümsüz kadın Henrietta Lacks

Size bu yazımızda Hanrietta Lacks’tan bahsetmek istiyoruz. Zira çok genç yaşta hayatını kaybetmesine rağmen onun hücreleri hala ölümsüzlüğünü koruyor. Henrietta, yoksul bir ailede doğan melez bir kadındır. ABD Virgina eyaletindeki çiftlik kölelerinden biri olan büyük büyük ninesinin ve çiftlik sahibi olan büyük büyük babasının varlığından haberdarız.

Yayınlandı

on

HÜCRELERİYLE ÖLÜMSÜZ KADIN ‘’HENRIETTA LACKS’’
Size bu yazımızda Hanrietta Lacks’tan bahsetmek istiyoruz. Zira çok genç yaşta hayatını kaybetmesine rağmen onun hücreleri hala ölümsüzlüğünü koruyor. Henrietta, yoksul bir ailede doğan melez bir kadındır. ABD Virgina eyaletindeki çiftlik kölelerinden biri olan büyük büyük ninesinin ve çiftlik sahibi olan büyük büyük babasının varlığından haberdarız.

Köleliğin sona ermesinin ardından aile çiftlikte tütün işçiliği yapmaya devam eder, Henrietta burada 14 yaşındayken kuzeninden hamile kalır ve iki çocuk doğurur. Ardından kuzeni Day Lacks ile Maryland’e taşınır ve burada evlenirler. Şehir hayatına adapte olan çiftin kısa aralıklarla üç çocuğu daha olur.

Henrietta’nın son doğumu sıkıntılı geçer. Kanaması kesilmez. Doğum sonrası da eski sağlığına dönemez. En sonunda bir gün banyoda kendini iyice muayene ederken rahim ağzında ele gelen bir kitle olduğunu fark eder ve zencilerin gidebildiği nadir hastanelerden biri olan Maryland’in (ve ileride de dünyanın önde gelen kanser merkezlerinden biri olacaktır) John Hopkins Hastanesi’ne gider.

1951 yılı, kölelik resmen kalkmış da olsa, hala zenciler ve beyazlar arasındaki ayrımcılığın yaygın ve doğal karşılandığı yıllar. John Hopkins Hastanesi’nin yalnızca zencilere bakan koğuşuna giden Henrietta’ya yapılan muayene sonrasında rahim ağzı (serviks) kanseri teşhisi konur. Muayeneyi yapan doktor, Henrietta’nın tümörünün daha önce gördüğü hiç bir tümöre benzemediğini söyler. Henrietta’nın tümörü mor renkli, üzeri parlak, lobüllü bir tümör, adeta bir jöle görünümündedir.

Doktorlar Henrietta’ya o yıllarda çok popüler olan radyum tedavisi uygulamaya başlarlar. Bu tedavi, radyum çubukların rahim ağzına yerleştirilmesi ve kanser hücrelerini öldürmek için bir süre vücut içinde bırakılmasına dayalıdır ve tedavi esnasında Henrietta’nın tüm gövdesinde geniş radyasyon yanıkları oluşur.

Bu tedaviyi gerçekleştiren doktor Henrietta’nın kanserinin patolojik tanısının yapılması için işlemden önce tümörden bir parça alır. Alınan bu biyopsi materyali iki ayrı tüpe konur. Tüpün birini laboratuvarda patolojik inceleme yapmak, diğerini de aynı hastanede çalışan ve laboratuvar ortamındaki uzun süre yaşayan bir insan hücresi kültürü üretmeye çalışan Dr. George Gey’e iletmek üzere. Dr. Gey hastane ile bir anlaşma yapmıştır.

Zira hastaneye gelen her kanser hastasından alınan biyopsinin bir parçası da deneylerinde kullanmak üzere Dr. Gey’e verilmektedir. Hastalar zenci olduğunda da kimse hastaya açıklama yapmak ya da izin almak zahmetine katlanmaz.

Henrietta rahiminden başlayıp tüm vücudunu saran kanser ile mücadele ederken, bir yandan Dr. Gey Henrietta’nın hücrelerini ondan habersiz laboratuvardaki kültür ortamında çoğaltmaya çalışmaktadır. Kısa bir süre ardından Dr. Gey bu hücrelerde sıradışı bir şey olduğunu keşfeder. Normalde pek çok kanser hücresi laboratuvar ortamında kısa sürede ölürken Henrietta’nın hücreleri adeta ölümsüzdür, şaşırtan bir hızda çoğalmaya devam etmektedir. Dr. Gey bu buluşun öneminin kısa zamanda fark eder. Böylesine dayanıklı bir hücre kültürü, doktorların insan vücudu dışında hücrelerin nasıl bölündüğünü izlemelerine imkan verebilir, bu hücreler muhtelif kimyasallara tabi tutulup bu kimyasalların insan hücrelerine etkisi araştırılabilir, muhtelif ilaç deneylerine kullanılabilir.

Dr. Gey ve asistanı ürettikleri hücre kültürüne Henrietta Lacks’ın isim ve soyadının ilk ikişer harfini kullanarak HeLa ismini verirler. HeLa hücreleri, sahiplerinin çektiği ızdıraptan habersiz laboratuvardaki inkübatörlerde milyonlarca, milyarlarca kez bölünmeye devam ederler. Hücreler bölünür, çoğalırken, Henrietta’nın hayatı kısalır, gittikçe daha da hastalanır, en sonunda 4 Ekim 1951’de yattığı John Hopkins Hastanesi’nde kansere bağlı komplikasyonlardan ölür.

Öldüğü gün el ve ayak tırnaklarında muntazam kırmızı ojeler vardır, ne kadar hasta olduğunu ve hastaneden çıkma ihtimali olmadığını bildiği halde ojelerini sürmeyi ihmal etmemiştir.

Henrietta’nın ailesinden kimse otopsi için izin almak kimsenin aklına bile gelmez. Laboratuvarda bu kadar hızlı büyüyen hücrelerin nasıl yayılmış olabildiğini görmek için yapılan otopside Henrietta’nın tüm iç organları golf topu büyüklüğüne varan tümörler tarafından istila edilmiş durumdadır. Ailesi laboratuvarda çılgınca üremeye devam eden HeLa hücrelerinden habersiz, hastaneden Henrietta’nın bedenini alıp defneder ve hayatlarına devam ederler.


Bu sırada Dr.George Gey, küçük doku laboratuvarını büyüterek daha büyük bir tesis kurar ve burada haftada 20 bin tüp ( yaklaşık 6 trilyon ) hücre üretmeye başlar. Bir yandan da bu hücreleri dünyanın dört bir yanında üzerinde çalışmalar yapmakta olan bilim isanlarına gönderir. Çok kısa bir zaman içinde tüm dünyadaki laboratuvarlar HeLa hücresi ile çalışmaya başlar.

Jonas Salk, 1954 yılında HeLa hücrelerini kullanarak çocuk felci aşısını keşfeder. Hatta bu aşı için gerekli hücre miktarını sağlamak için Tuskagee’de Polio Hücre Üretim Merkezi adıyla HeLa hücresi çoğaltan bir fabrika bile inşaa edilir.

1955 yılında HeLa hücreleri ilk defa klonlanan insan hücresi ünvanını alırlar. Muhtelif laboratuvarlarda enfeksiyon hastalıklarından, radyasyonun ve muhtelif toksik maddelerin insan hücrelerine olan etkisine, kanser tedavisinde genom haritası çıkarmaya kadar pek çok çalışmada kullanılırlar. Herpes virüsünden lösemiye, hemofili hastalığından Parkinsona dek pek çok hastalığa yönelik ilaç, HeLa hücreleri kullanılarak geliştirilir.

1960’larda ise, HeLa hücreleri uzaya çıkan ilk insan hücreleri olur. Hem Ruslar, hem Amerikalılar (NASA Discoverer uydusu ile) uzaya astronotlardan önce HeLa hücrelerini gönderip dönen hücrelerde uzay ortanının insan hücrelerine olan etkisini incelerler.

Henrietta’nın bilime yaptığı bu inanılmaz katkıya rağmen ailesinin çok uzun bir süre bu durumdan haberi olmaz. Fakir bir zenci ailesi olan Lacks’lara haber vermeyi ve onları Henrietta’nın katıları sebebiyle onore etmeyi kimse aklının ucuna getirmez. Ta ki Henrietta’nın ölümünün üzerinden neredeyse çeyrek asır geçene dek, bu böyle devam eder.

1970’lerde bilim insanları HeLa hücreleri ile ilgili bir başka şaşırtıcı bir olguyu daha keşfederler. Bu hücreler kolay büyümekle kalmayıp, aynı laboratuvarı paylaştıkları diğer kültürleri de ele geçirmektedirler. Diğer hücre kültürlerinden çok farklı olan HeLa hücreleri deney yapanların beyaz önlüklerine, havadaki toz tanelerine tutunup farklı kültürlerde boy göstermeye başlarlar. Henrietta’nın ruhu kendinden izinsiz kullanılan hücrelere geçmiştir sanki. Bu olay bilim insanlarının başına bela olur, artık çalıştıkları HeLa harici bir kültürse, bu kültürün HeLa tarafından istila edilmediğinden emin olmaları gerekmektedir. Bu soruna bir çözüm ararken akıllara Henrietta’nın hayattaki akrabaları gelir. Onlardan alınan kan örneği ile bu ayrımı yapabileceklerini düşünen bilim insanları Henrietta’nın akrabalarını John Hopkins Hastanesi’ne kan örneği vermeye çağırırlar. Yine kimse bu örneklerin ne için istendiğini anlatma zahmetine girmez, onlara Henrietta’dakine benzer bir kansere yakalanma ihtimallerini araştırdıklarını söyleyerek geçiştirirler, tüm aile üyeleri kansere yakalanma korkusu ile sorgulamadan kanlarını verirler.

Lacks ailesi, HeLa hücrelerinin varlığını bu kan verme olayı sonrası ancak 1974 yılında ABD Federal Hükümeti’nin deneylerde kullanılan tüm insanlara bilgi verme zorunluluğu getiren yasasından kısa bir süre sonra haberdar olabilirler. 1975 yılında Rolling Stones dergisinde HeLa hücrelerini anlatan bir makale çıkar ve aile üyelerinden biri katıldığı partide bu makale hakkındaki bir sohbete tesadüfen kulak misafiri olur. Fakir oldukları için çoğu zaman doktora bile gidecek parayı bulamayan ve belki de Henrietta’nın hücreleri kullanılarak geliştirilmiş pek çok ilacı maddi gücü yetmediği için alamayan Lacks ailesi ancak bu yolla, 25 yıl önce ölen sevgili Henrietta’nın tıbba yaptığı müthiş katkıyı öğrenir.

Günümüzde Henrietta’nın rahminden alarak üretilen HeLa hücrelerinin toplam ağırlığı 20 tonu geçmiş durumda. Dr. Gey tarafından ücretsiz olarak bilimin kullanımına sürülen hücreleri kullanarak hem kar amacı gütmeyen, hem ticari değeri olan pek çok araştırma ve buluşa imza atılmakta. Bilim insanları bu güne dek HeLa hücrelerini kullanarak 60 binden fazla bilimsel çalışma yapmış, 11 binden fazla patent almış durumdalar.

Henrietta’nın hüzünlü, trajik ve bir o kadar da ilginç öyküsü hasta hakları ve biyoetik konusunda hepimizin üzerinde durup düşünmesi gereken pek çok tartışmaya sebep olmuştur.

Bunlardan ilki ve bariz olanı hasta hekim ilişkisi ve hasta haklarının önemi. Sağlık kurumları kendilerine başvuran hastalara etnik kökenleri, sosyoekonomik durumları, eğitim seviyeleri ve konuştukları dil ne olursa olsun eşit davranmalı ve doktor hasta iletişimini hastanın anlayacağı şekilde eksiksiz ve detaylı hale getirecek ortamı yaratmalılar. Hastalara hastalıkları sırasında gerekli tüm bilgiler verildiği gibi, sonrasında hayatta iken veya öldükten sonra vücutlarından alınan parçaların ne amaçlı kullanılacağı açıklanmalı, rızaları alınmalı.

Rutin hasta hakları ve hasta hekim ilişkisi dışında, ilerleyen teknoloji karşımıza daha önce üzerine kafa yormadığımız bir de biyoetik konusunu gündeme getirdi. Tıbbi araştırmalar dallanıp budaklandıkça, bizler kendi bedenimizden alınan doku ve hücrelere ne kadar süreyle sahip kalacağız? Zamanında bizim için tıbbi bir atık olmaktan öteye gitmeyen bir parça kan, bir ufak deri parçası olur da milyarlık bir endüstri doğmasına sebep olursa ilk dokunun kaynağı olan kişinin bu endüstriye katkısı para ile ölçülebilir mi? Ya da hücrelerimizi patentlemek ve ileride bu tip bir olay olduğunda muhtelif firmaların elde edeceği karda hak iddia etmemiz mümkün olacak mı? Bunlar cevaplanması zor ve hep birlikte üzerinde tartışmaya devam etmemiz gereken sorular.

Ölümünden 60 yıl sonra, 2011 yılında Baltimore’da bulunan Morgan State Üniversitesi tarafından fahri doktora ünvanı alan Henrietta Lacks, bugün Virginia’da isimsiz bir mezarda yatmaya devam ediyor. Ama Henrietta hücreleri ile yaşamaya devam ediyor.

Hayata Pi Academic İle Bakın

Pi Academic platformu olarak, yazar, editör ve diğer içerik üreticilerimizle sizler için ilgi çekici ve ilgiyle takip edebileceğiniz içerikler üretmekteyiz. Sizlere sunduğumuz içerikler başta Bilim, Teknoloji, Hukuk, İş Dünyası ve Haberler olarak kategorize edilmiştir. Tercih ettiğiniz içerik kategorisine tıklayarak okumaya başlayabilirsiniz.

Bununla beraber siber güvenlik alana ilgi duyuyor ve internette güvende kalmanız için bir şeyler okumak isterseniz buradan temel tavsiyelerle başlayabilirsiniz.

Bilim

Savaş Sanatı ve Beyin

Yayınlandı

on

savaş sanatı ve beyin

Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?

Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.

İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.

Sistem devreye girdiğinde;

Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.

Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.

Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.

SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.

Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.

İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.

Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.

Naci Kesener

Savaş Sanatı Eğitmeni

nBeyin

Devamını oku

Bilim

Kırık Camlar Teorisi ve Sokak Dedektifliği: Toplumsal Sorumluluk Çağrısı

Yayınlandı

on

Kırık Camlar Teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yaptığı bir deneyden esinlenerek geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori, küçük çaplı düzensizliklerin ve ihlallerin, daha büyük suçlara ve toplumsal bozulmalara yol açabileceğini savunur1Örneğin, terk edilmiş bir binanın camları kırıldığında ve tamir edilmediğinde, bu durum daha fazla vandalizme davetiye çıkarır ve sonunda bina tamamen harap olabilir2.

Bu teoriyi yaşadığımız toplum ve çevredeki aksaklıkları engellemek için kullanabiliriz. İşte burada sokak dedektifliği devreye giriyor. Sokak dedektifleri, mahallelerinde veya çevrelerinde meydana gelen küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Bu, sadece suç oranlarını düşürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de artırır.

Sokak Dedektifi Olmanın Önemi

  1. Erken Müdahale: Sokak dedektifleri, küçük çaplı düzensizlikleri ve ihlalleri erken aşamada tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Örneğin, bir parkta kırık bir bankın tamir edilmesi, vandalizmin önüne geçebilir.
  2. Toplumsal Bilinç ve Katılım: Sokak dedektifleri, toplumun diğer üyelerini de bu tür sorunlara karşı duyarlı hale getirir. Bu, toplumsal bilincin artmasına ve herkesin yaşadığı çevreye daha fazla özen göstermesine yol açar.
  3. Güvenli ve Temiz Çevre: Sokak dedektifleri, çevrelerindeki düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, yaşadıkları alanın daha güvenli ve temiz olmasını sağlarlar. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak toplumun genel refahını artırır.

Sosyal Sorumluluk Çağrısı

Hepimiz yaşadığımız çevrenin bir parçasıyız ve bu çevrenin düzenli, temiz ve güvenli olmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzda. Sokak dedektifliği, bu sorumluluğu yerine getirmenin etkili bir yoludur. Her birimiz, çevremizdeki küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebiliriz. Bu, sadece kendi yaşam kalitemizi artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de sağlar.

Unutmayalım ki, küçük adımlar büyük değişimlere yol açar. Hep birlikte, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Sokak dedektifi olun, toplumsal sorumluluğunuzu yerine getirin ve çevrenizi koruyun!

1Kırık Camlar Teorisi – Vikipedi 2Kırık Camlar Teorisi Nedir? – WM Aracı

Devamını oku

Bilim

Özel Dedektiflik Eğitimi Kayıt İçin Acele Edin ;15 Ocak 2015

Yayınlandı

on

Bu özel Dedektiflik eğitimi ile İnsan davranışlarını analiz etme, iletişim kurma, ikna etme ve müzakere gibi sosyal becerilerin geliştirilmesini hedefliyoruz.Eğitim profesyoneller için ve kayıt sınırlıdır.

1. Sanal Gerçeklik Simülasyonları: Gerçek hayatta karşılaşabilecek zorlu senaryoları (takip edilme, gözetim altına alınma, bilgi toplama vb.) VR ile deneyimleyerek öğrencilerin pratik becerilerini geliştirmesi.

2. Yapay Zeka Destekli Eğitim: Öğrencilerin sorularını yanıtlayan, senaryolar oluşturan ve hatalarını tespit eden AI asistanları ile kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimi sunulması.

3. Uluslararası İşbirliği: Farklı ülkelerdeki dedektiflik okullarıyla ortaklaşa eğitim programları düzenleyerek öğrencilerin küresel bakış açısı kazanması.

4. Cyber Dedektiflik Modülü: Artan siber suçlar karşısında öğrencilerin dijital izleri takip etme, veri analizi yapma ve siber güvenlik konularında uzmanlaşmasını sağlayan bir modül eklenmesi.

5. Sosyal Mühendislik Atölyeleri: İnsanları manipüle etme yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin sosyal becerilerini güçlendirmesi ve karşı tarafı etkileme konusunda uzmanlaşması.

6. Gizli Dil ve Şifreleme Dersleri: Tarihte kullanılan gizli diller ve şifreleme yöntemlerini öğreterek öğrencilerin gizli mesajları çözme ve kendi şifrelerini oluşturma becerilerini geliştirmesi.

7. Beden Dili ve Mikro ifade Analizi: İnsanların bilinçaltı mesajlarını okuyarak doğrulama ve yalan tespiti konularında uzmanlaşmalarını sağlayan bir eğitim modülü.

8. Sahtekarlık ve Dolandırıcılık Eğitimi: Farklı dolandırıcılık yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin bu tür suçlara karşı bilinçlenmesi ve önlem alması.

9. Hayatta Kalma Becerileri Eğitimi: Zorlu koşullarda hayatta kalma tekniklerini öğreterek öğrencilerin fiziksel ve zihinsel dayanıklılıklarını artırması.

10. Etik ve Hukuk Dersleri: Dedektiflik mesleğinin etik kurallarını ve yasal sınırlarını öğreterek öğrencilerin mesleki sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlanması.

Dat Özel Dedektiflik Ümit Hakan Karakaya

Devamını oku

Trend Yazılar