Bilim
Einstein ve Atom Bombası
11 Ekim 1939, finansör ve ekonomist Alexander Sachs, ABD Başkanı Roosevelt’in Oval Ofisi’ndedir. 1 Eylül 1939’da Hitler, Polonya’yı ilhak ederek II. Dünya Savaşı’nı başlatmıştır. Sachs’ın elinde, Albert Einstein ve onun fizikçi arkadaşı Leo Szilard’dan çok önemli bir mektup vardır.
Einstein, Oppenheimer ve Atom Bombası
11 Ekim 1939, finansör ve ekonomist Alexander Sachs, ABD Başkanı Roosevelt’in Oval Ofisi’ndedir. 1 Eylül 1939’da Hitler, Polonya’yı ilhak ederek II. Dünya Savaşı’nı başlatmıştır. Sachs’ın elinde, Albert Einstein ve onun fizikçi arkadaşı Leo Szilard’dan çok önemli bir mektup vardır. Bilim insanları nükleer zincierleme reaksiyon yaratmak için uranyumu kullanma olasılığından başkanı haberdar etmek isterler. Mektupta serbest kalacak olan enerjinin devasa büyüklüğünden ve böyle bir cihazı yok edici bir tip silah olarak kullanma potansiyelinden bahsederler.
Roosevet panikler zira Naziler de böyle bir silah üzerinde çalışıyorlardır. Ve başkan ivedi bir şekilde hareket etmeye karar verir.
Elbette büyük dehaların yaratıcı zekalarını silah haline dönüştürmeleri ilk defa olmuyordu. Arşimet bunun örneğini bin yıl önce vermiştir. Projeyi koordine etme işi alışılmadık bilim insanlarından birine verildi: ‘J. Robert Oppenheimer’
Kendisi bir Alman Yahudisi göçmeni bir aileden geliyordu. Kendisi buna rağmen Einstein gibi laik bir ortamda büyür. Rasyonel düşünce, hümanizm, sosyal adalet gibi kavramları savunan Yahudi kültür derneğinin üyesiydiler.
Robert, bir ortamda gelişir ve bilimde olduğu kadar, edebiyat ve yabancı dillerde oldukça başarılıdır. Kısa zamanda Latince ve Yunancasını o kadar çok geliştirir ki, Homer ve Virgil’in eserlerini bu dillerle okuyabilir.
1939 yılı başlarında, Robert da pek çok fizikçi gibi nükleer zincirleme reaksiyon yaratma olasılıklarının farkındadır. Roosevelt anlattığımız o mektubun ardından Uranyum Komitesi kurdurur. Robert’ın yakın arkadaşı Ernst Orlando Lawrence, sklotron yani hızlandırıcı keşfinden dolayı Nobel Ödülü almış ve üniversitenin radyasyon laboratuvarlarının müdürü olarak uranyum projesinde hızla çalışmaya başlamıştır.
Lawrence, Uranyum-235’i izotoplara ayırmak için sklotronu kullanırken sıkıntılar yaşar. Ve yardım etmesi için Robert ekibe katılır. Oppenheimer’ın patlayıcı reaksiyon yaratmak için U-235’ten 100 kilograma ihtiyacı vardır ve Beyaz Saray’a bir rapor gönderilir.
O raporla birlikte başkan, atom bombası yapma çalışmasını daha da hızlandırmaya karar verir. Uranyum Komitesi feshedilip yerine direk Beyaz Saray’a rapor verecek olan S-1 Komitesi kurulur. Bu komite Berkeley’de hızlı nötronlar üzerinde araştırma yapması için bir grup kurar. Hakkında söylenen olumlu şeyler üzerine Oppenheimer grubun başına getirilir.
Oppenheimer, bir atomik silah dizaynı için, temel esasları üzerinde çalışmaya başlamak üzere fiziğin en iyi beyinlerine bir seminer verir.
1942 sonlarında bir atom bombası üretmek adına bir merkezi silahlar laboratuvarı kurmak için planlar yapılır. S-1 Oppenheimer’in başkanlığa getirilmesini ister fakat ordu güvenlik gerekçesi ile bu öneriyi reddeder. 18 Eylül 1942’de resmi olarak Manhattan Mühendis Bölgesi’nin sorumluluğunu Albay Leslie R. Groves alır. Kısa bir süre ardından ‘Manhattan Pojesi’ olarak anılır.
Robert ve Leslie birbirine tamamen zıt iki karakterdir. Tüm farklılıklara rağmen tanıştıkları ilk andan itibaren birbirlerini kin temelli saygı beslerler.
Oppenheimer’ın laboratuvarının büyük bir şehir yerine ıssız bir bölgede inşa edilmesi fikri Groves’un uyandırır. 1942 yılında uygun bir yer arayışına girilir. En sonunda Santa Fe’nin kuzeybatısından 64 kilometre uzaklıktaki bir kanyon araştırılır ama dar bulunur. Oppenheimer, Los Alamos yakınlarında bir yer önerir. Bu alan 32 dönüm genişliğinde ve iki yüz yirmi metre yüksekliğinde bir erkekler okuludur. Ana bina yatakhaneler, ek binlar ve bir de göletten oluşuyordur. Groves da gördüğünde, aradıkları yerin burası olduğunu anlar.
Ordu okulu satın alır ve devasa binayı yapmaya başlarlar. Neredeyse hiç yoktan bir kasaba inşa edilir. Asıl plan, bilim insanlarının, destek personellerinin ve ailelerinin kalabileceği bir tesis yapmaktır. Bekarlar için evler, hastane, kütüphane, çamaşırhane, çocuklar için okul, manav ve postane ve ordu santrali vardır. Laboratuvar tesislerinde, Van de Graaff jeneratörleri, bir sklotron, partikül hızlandırıcılarının ilk örneği olan Cockcroft-Walton makinesi olacaktır.
Bu tesis 1943 yılında açıldığında yüz bilim insanı, mühendis ve destek personeli gelir. Altı ay içinde bu sayı bine çıkar. 1945 yazının sonunda ise nüfus dört bin sivil ve iki bin üniformalı personele ulaşır. Yalnızca Teknik Bölge’de içinde bir dökümhane, bir plütonyum saflaştırma alanı, oditoryumun yanı sıra onlarca laboratuvar, ofisler ve depoların bulunduğu otuz yedi bina vardır.
Bilim insanları ve ordu arasında anlaşmazlık çıkar. Groves hepsinin üniforma giymesini talep eder ancak Oppenheimer’ın arkadaşları buna karşıdır. Oppenheimer orta yolu bulur. Laboratuvarlarda sivil olunacaktır fakat atoom bombasını denemeye sıra geldiğinde herkes üniformasını giyecektir.
Oppenheimer, Nobel Ödüllü Werner Heisenberg’ün Alman atom bombası programının başına getirildiğinde baskının fazlalaştığını hisseder. Ordu hatta Heisenberg’in İsviçre’de olduğu zamanda ona suikast düzenleme planları yapar.
30 Aralık 1943’te Oppenheimer’in önemli bir ziyaretçisi olur. Niels Bohr Los Alamos’a gelir. Bohr, birkaç ay önce Kopenhag’dan kaçırılmış ve gizlice İngiltere’ye gönderilmiştir. Bohr, Almanların da atom bombası üzerinde çalıştıklarını doğrular ama Amerikalılar kadar ileride olmadıklarını belirtir.;
Bu açıklama, herkese cesaret verir. Ama Bohr’un buraya geliş sebebi başkadır. Aslında Bohr, Oppenheimer’a savaş sonrasında atom bombasının etkileri hakkındadüşünmesini sağlamak istiyordur. Yapılan şeyin ahlaki boyutunu da hesaba katmalarını ister.
Bohr, tesisten baharda ayrılır ve çalışmalar devam eder. Sürekli miktarda bölünebilir materyal elde etmek için çabalıp dururlar.
12 Nisan 1945’te Roosevelt öldüğünde her şey değişir. Bu çalışma geçici olarak durdurulur. 30 Nisan’da Hitler intihar eder ve Almanya sekiz gün sonra teslim olur. Pasifik’te savaş kızışırken Avrupa’da savaş sona ermiştir. Hiçkimse, Japonya’nın da atom bombası planı olduğunu bilmiyordur.
Chicago’da çalışan bir grup bilim insanı, bir birlik kurup atom bombasının yaratacağı siyasi ve sosyal etkileri üzerine iki sayfalık bir rapor hazırlar. Raporda, eğer ABD atom bombası kullanacaksa bile bunu bir çölde ya da ıssız bir adada yapmalıdır denilir. Rapor başkana gönderilir. Ordu tarafından ele geçirilen rapor anında yok edilir.
Los Alamos’ta da en üst düzeydeki fizikçiler Oppenhemier tarafından toplanır. Bu rapordan herkes haberdardır ve bununla ilgili serbest bir tartışma yapılır. Oppenheimer, toplantı sonrası kararı savaş bakanına gönderir. Öncelikle grup, atom bombasının kullanılmadan önce İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in haberdar edilmesi gerektiğini ifade eder. Oppenheimer, savaşın bir an önce sonlandırılması için atom bombasının kullanılması gerektiğini düşünenler arasındadır.
Einstein ve Szilard’ın yazdıkları dilekçe her şeyi başlatır. Dilekçede Japon halkına tam olarak teslim olmaları için gereken şartlar sunulmadan ve onlara teslim olma şansı verilmeden atom bombasını kullanmamayı önerirler. Dilekçe 155 Manhattan Projesi’nde çalışan bilim insanları tarafından imzalanır.
Oppenheimer bu dilekçeye çok sinirlenir ancak kendisi perdenin arkasında neler olup bittiğinin farkında değildir. Truman, Stalin’in 15 Ağustos’ta Japonya’ya savaş ilan edeceğine dair sözünü almıştır.
Her şeye rağmen Los Alamos’ta çalışmalar devam eder. Groves 10 Ağustos’tan önce çalışmaların bitmesi için baskı yapmaya başlar. 16 Temmuz 1945’te ‘zamazingo’ yani atom bombası test edilir ve başarılı olur.
Sonraki günlerde Oppenheimer, Amerikan Hava Kuvvetleri ile hedefleri seçmek için görüşmelerde bulunur. Oppenheimer Japonlar için üzülmeye başlar.
6 Ağustos 1945 sabahında pilotun annesinin ismi olan Enola Guy adlı uçak, Hiroşima şehrine yaklaşır. Saat sabah 8.14’te uçak Little Boy ismindeki bombayı şehrin üzerine bırakır. ABD’ye haberin gelmesi iletişim problemleri nedeniyle beş saat sürer. Enola Gay’in yüzbaşısı Parsons şunları yazmıştır: ‘Görülen etkiler New Mexico’dan kat kat büyük. ‘
İlk başta, Hiroşima’daki ölü sayısı yetmiş bindir. Fakat daha sonra yanıklara ve radyasyona bağlı nedenlere bağlı olarak ölenler ile birlikte bu sayı yüz bine çıkar. Radyasyona bağlı kanser yüzünden beş yıl içinde bu sayı ikiye katlanır.
İki gün sonra, Sovyetler resmen Japonya’ya savaş ilan eder ve Mançurya’yı işgal eder. Ertesi gün ‘Fat Man’ ismindeki ikinci atom bombasşı 9 Ağustos’ta saat 11.00’da Nagazaki’ye atılır. Hrioşima’dan daha fazla kişi hayatını yitirir. Ve Japonlar kayıtsız şartsız 14 Ağustos 1945’te teslim olurlar.
Oppenheimer pişman bile olsa halkın gözünde atom bombasının babasıdır. Kendisi bu ününü nükleer silahlar üzerinde uluslararası bir denetim mekanizması kurulması için kullanır. Oppenheimer her yerde atom bombasının olumsuz yanlarından bahsederken, düşman kazanır.
Einstein da pişmanlık içindedir ve “Bilseydim, bilim adamı değil çilingir olurdum!” diyecektir. Ne olursa olsun bir mektup bir ülke insanının kaderini tayin etmiştir, daha doğrusu hayatlarını bitirmiştir…
Hayata Pi Academic İle Bakın
Pi Academic platformu olarak, yazar, editör ve diğer içerik üreticilerimizle sizler için ilgi çekici ve ilgiyle takip edebileceğiniz içerikler üretmekteyiz. Sizlere sunduğumuz içerikler başta Bilim, Teknoloji, Hukuk, İş Dünyası ve Haberler olarak kategorize edilmiştir. Tercih ettiğiniz içerik kategorisine tıklayarak okumaya başlayabilirsiniz.
Bununla beraber siber güvenlik alana ilgi duyuyor ve internette güvende kalmanız için bir şeyler okumak isterseniz buradan temel tavsiyelerle başlayabilirsiniz.
Bilim
Daha Hızlı Öğrenmeye ve Hatırlamaya Yardımcı Olacak 11 Bilimsel İpucu
Çocuklar, ebeveynlerinin kendileri için belirlediği yüksek hedeflere ulaşmak adına, kendilerince bir savaş stratejisi oluştururlar. Bu stratejiler, ileride işleri kolaylaştıracaktır elbette ancak, bazı insanlar öğrenme ile ilgili yöntemlerini geliştirmezler ve hayatları boyunca aynı şekilde öğrenip düşünürler. Neyse ki bilim, imdadımıza yetişiyor. İşte öğrenmeyi ve hatırlamayı kolaylaştıracak püf noktaları.
Yeteneklerin parça parça olarak alınması daha kolaydır.
Gitar öğrenmek isterseniz, tüm parçaları tek seferde birleştirmeyi düşünmeyin. Birkaç kolay akordu öğrenmenin daha küçük, daha ölçülebilir olan hedefini, doğru olarak nasıl ilerleneceğini ve bu akortları nasıl bir araya getireceğinizi ayarlayın.
Zamanla, bu ufak becerilerin birikimi, gitar çalma yeteneğini de arttıracaktır.
Mekanik öğrenmeye ve gerçeklere dayalı derslere uygulanan bir tekniktir.
Aynı anda birden fazla iş yapmaktan vazgeçin.
Birçok insan, bu durumu üstün bir meziyetmiş gibi görür. Ancak beyin, aynı anda iki farklı işe aynı seviyede dikkat veremez. Bir görevin tek tek adımlara bölünmesine ilaveten, enerjinizi tek bir göreve ayırdığınızdan emin olun. Dikkatiniz bozulduğunda, odağı orijinal göreve geri döndürmek yaklaşık 25 dakika sürer.
Birden fazla görevi veya işi aynı anda yapmaya çalışmak, farklı becerileri veya kavramları kısmen anlamanızdan başka hiçbir işe yaramaz.
Öğrendiklerinizi yazın. Sürekli yazın.
Bilgileri zihne aktarmanın en iyi yolu, yazmaktır. Araştırmalar, insanların, öğrendikleri şeyleri yazması gerektiğini öneriyor. Teknolojik değil, eski tarz düşünün ve kaleme kağıda sarılın.
2014 yılında yapılan bir araştırma, kalem ve kağıtla not alan öğrencilerin, dizüstü bilgisayarlarında not alan öğrencilerden daha fazlasını öğrendiğini ortaya çıkardı. Bu öğrenci grubu, gerçekleri hatırlama, karmaşık fikirleri ayırma ve bilgi sentezleme konusunda diğerlerinden daha yetenekliydi.
Hatalarınızı kutlayın ve üzerlerinde çalışın.
Kimse mükemmel değil. Öğrenmek, denemeler yapmak, başarısız olmak ve hatalardan ders çıkarmaktan geçer. Yapılan bir araştırma, beyinde, hata yaptığımız anılara pek yer vermediğimizi keşfetti. Aslında, tam aksine, çatlakları onarmak için o anılara daha fazla yer vermemiz gerekiyor.
Ebeveynlere bu konuda çok iş düşüyor. Anne babalar, çocuklarına hiç hata yapmamaları gerektiğini aşılamaya çalıştıklarında, bu durum çocuklarda bir sürü bilgi eksikliğine sebep oluyor.
İyimser olmak, başarıya giden yolda yardımcınızdır.
Çocuklara negatif enerji yüklemek, kendilerinden şüphe etmelerine, endişe içine girmelerine sebep oluyor ve bu çok ciddi zihinsel hasarlara yol açıyor.
Harvard Business School profesörü Alison Wood Brooks; “Kaygı, gerçek çözümleri ve çözüm üreten gerçek düşünce kalıplarını keşfetmemizi engelliyor” diyor.
Ebeveynler, öğrenmeyi keşif olarak görmeleri için çocuklara öğretmelidir. Öğretmek, karar zorlaştığında bir kararlılık hissi vermeye yardımcı olacaktır.
Heyecan verici konular sıkıcı olanlardan daha ‘yapışkandır’.
Tuhaf detaylar barındıran konular, çocukların hafızalarında daha kalıcı izlere sahip olabiliyor. Örneğin; babaannesinin tuhaf kokulu, gerilim filmi dekoru gibi olan evini çok net hatırlıyorlar. Ya da babalarının giydiği o limon sarısı garip şortu.
Eski ABD hafıza şampiyonu Joshua Foer, her kartı garip bir görüntü ile birbirine bağlayarak iki dakikadan kısa bir sürede, destedeki tüm oyun kartlarını ezberledi. Çocuklar, bu avantajı daha faydalı işler için kullanabilirler tabii.
Hızlı okumaya alışın, zaman kazanın.
Olay basit: Daha hızlı okuyabiliyorsanız, daha hızlı öğrenebilirsiniz. Beyni, kelimeleri daha hızlı işleyecek şekilde eğiterek, her birini ayrı ayrı hayal etmeden ziyade bütün kelimeleri okumaya alışıyorsunuz.
Çalışın, çalışın, çalışın.
Güçlü bir iş ahlakı beyinde gerçek bir etki yapar. 2004 yılında yapılan bir araştırma, hokkabazlık gibi becerilerin daha fazla ‘gri madde’ ürettiğini tespit etti. Çalışmayı bırakan insanlarda ise bu özellik kayboldu. Oysa hokkabazlık çok özel bir durum değildi, sadece çalışmayı gerektiriyordu.
Ne yapmadığınızı öğrenmek için bildiklerinizi kullanın.
Çocuklar zor bir konu ile karşılaştıklarında zorlanırlar. Ebeveynler, çocukların konuları anlamalarına yardımcı olurlar. Bu uygulamaya, ilişkisel öğrenme denir. Bir öğrenci futbolu sevebilir ancak diferansiyel hesap ile uğraşabilir. Spiral bir geçiş ile bir viraj eğrisi arasındaki benzerlikleri görebiliyorsa, soyut kavramları anlamada daha yüksek şansa sahiptir.
Zor durumlar her zaman kötü değildir.
Çocuklar zorlu problemlerle başa çıkmayı öğrenmeli. Fakat kanıtlar, bir probleme çok uzun süre harcamanın onu daha da karmaşık hale getirebileceğini gösteriyor.
Çözüm: Bir şeyi aslında çok iyi biliyor ancak o an hatırlamıyorsanız zorlamayın, Google’a sorun.
Başkalarına bir şeyler öğretmek sizin için de faydalı.
Bilim adamları bu durumu “koruyucu etki” olarak adlandırdı. Öğrendiğiniz bir şeyi kendi sözcüklerinizle tanımladığınızda, yalnızca bir fikri ustalıkla göstermekle kalmazsınız. Kendi anlayışınızı da geliştiriyorsunuz demektir.
Bilgileri birisinin kolaylıkla sindirebileceği küçük parçalara ayırırken, konu ile belirli bir samimiyet kazanmış oluyorsunuz.
Bilim
Savaş Sanatı ve Beyin
Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?
Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.
İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.
Sistem devreye girdiğinde;
Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.
Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.
Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.
SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.
Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.
İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.
Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.
Naci Kesener
Savaş Sanatı Eğitmeni
nBeyin
Bilim
Kırık Camlar Teorisi ve Sokak Dedektifliği: Toplumsal Sorumluluk Çağrısı
Kırık Camlar Teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yaptığı bir deneyden esinlenerek geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori, küçük çaplı düzensizliklerin ve ihlallerin, daha büyük suçlara ve toplumsal bozulmalara yol açabileceğini savunur1. Örneğin, terk edilmiş bir binanın camları kırıldığında ve tamir edilmediğinde, bu durum daha fazla vandalizme davetiye çıkarır ve sonunda bina tamamen harap olabilir2.
Bu teoriyi yaşadığımız toplum ve çevredeki aksaklıkları engellemek için kullanabiliriz. İşte burada sokak dedektifliği devreye giriyor. Sokak dedektifleri, mahallelerinde veya çevrelerinde meydana gelen küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Bu, sadece suç oranlarını düşürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de artırır.
Sokak Dedektifi Olmanın Önemi
- Erken Müdahale: Sokak dedektifleri, küçük çaplı düzensizlikleri ve ihlalleri erken aşamada tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Örneğin, bir parkta kırık bir bankın tamir edilmesi, vandalizmin önüne geçebilir.
- Toplumsal Bilinç ve Katılım: Sokak dedektifleri, toplumun diğer üyelerini de bu tür sorunlara karşı duyarlı hale getirir. Bu, toplumsal bilincin artmasına ve herkesin yaşadığı çevreye daha fazla özen göstermesine yol açar.
- Güvenli ve Temiz Çevre: Sokak dedektifleri, çevrelerindeki düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, yaşadıkları alanın daha güvenli ve temiz olmasını sağlarlar. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak toplumun genel refahını artırır.
Sosyal Sorumluluk Çağrısı
Hepimiz yaşadığımız çevrenin bir parçasıyız ve bu çevrenin düzenli, temiz ve güvenli olmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzda. Sokak dedektifliği, bu sorumluluğu yerine getirmenin etkili bir yoludur. Her birimiz, çevremizdeki küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebiliriz. Bu, sadece kendi yaşam kalitemizi artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de sağlar.
Unutmayalım ki, küçük adımlar büyük değişimlere yol açar. Hep birlikte, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Sokak dedektifi olun, toplumsal sorumluluğunuzu yerine getirin ve çevrenizi koruyun!
1: Kırık Camlar Teorisi – Vikipedi 2: Kırık Camlar Teorisi Nedir? – WM Aracı
-
Eğitim4 yıl önce
Öğrenmeyi Öğrenmek ‘Metabilişsel Düşünme’
-
Sağlık4 yıl önce
Salisilat Alerjisi
-
Hukuk4 yıl önce
Adli Psikoloji Dünya ve Türkiye Tarihçe
-
Yazılar4 yıl önce
Zihin Teorisi Ve Sally-Anne Testi
-
Bilim4 yıl önce
Hazırcevap Einstein
-
Bilim4 yıl önce
Organ Yenileme Ustası Semenderler
-
Bilim4 yıl önce
Capgras Sendromu
-
Teknoloji4 yıl önce
Jeff Bezos’un Planı Çok Büyük