Connect with us

Bilim

Başını Dik Tutmanın Hikâyesi: Rita – Levi Montalcini

Yayınlandı

on

20. yüzyılın en önemli bilim insanlarından biri olan Rita Levi-Montalcini, sinir büyüme faktörü (NGF) üzerine yaptığı çalışmalarla sinir sisteminin gelişimi ve onarımı hakkında çığır açıcı buluşlara imza atmış, 1986 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazanmıştır.

Mussolini, İtalya’da 1925 yılında iktidara geldiğinde “Manifesto per la Difesa della Razza”yı imzalarken, elbette sonuçlarının Nobel’e uzanacağını bilemezdi.

Oysa, 1909 yılında İtalya’nın Turin kentinde doğan Rita – Levi Montalcini, mühendis babasının katı hayat görüşünün, okuduğu liseden mezun olanların ancak iyi bir evlilik yapabilecek olmasının, gençlik döneminde bir yazar olmayı isteyecek kadar etkilendiği İsveç’li yazar Selam Lagerlöfün bile aksine ölen halasından etkilenerek 21 yaşında Turin Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girmişti.

Feminen bir dünya görüşünü hayata gözlerini yumduğu 103 yaşına kadar savunan Montalcini, ‘Evli olsaydım bu çalışmaları yapamazdım’ diyecek kadar da cesurdu. Aynı üniversitede çalışmalarına devam eden Giuseppe Levi’nin Nobel’e aday gösterilen üç öğrencisinden biriydi. Diğer isimler ise; Salvadore Luria, Renalto Dulbecco‘ydu.

Manifesto per la Difesa della Razza”nın ardından evinin yatak odasına kurduğu labaratuvarda, sadece kuluçka makinesi, mikroskop ve mikrotom ile çalışmalarına devam eden Montalcini, 1942 yılına kadar İtalya’da savaşa, Anti-Semitizm’e ve tüm olumsuzluklara rağmen bilimsel çalışmalarından kopmadı.

Zorlu bir dönemde, kadın olmanın ve Yahudi olmanın getirdiği engellere rağmen bilime olan tutkusundan vazgeçmeyen Rita Levi-Montalcini, sinir sistemi üzerine yaptığı çalışmalarla sadece bilim dünyasına değil, tüm insanlığa önemli katkılarda bulunmuş bir bilim kadınıdır.

“Sinir hücrelerinin nasıl tam olarak nereye gideceklerini bildiği” sorusu üzerinde deneysel çalışmalarına devam eden Montalcini, ‘Bu aptalca bir soruydu ve cevabını kimse veremiyordu’ dese de, İtalya, İsviçre ve Belçika’da yaptığı çalışmalara ilişkin makaleler ile Washington Üniversitesi’nden Viktor Hamburger’in dikkatini çekmeyi başardı. Yarım dönemlik bir davet ile Hamburger’in yanında çalışmalarına başlayan Montalcini, burada tam 30 yılını geçirdi.

Sinir büyüme faktörünün keşfedilmesi, sinir sisteminin gelişimi ve farklılaşması konusunda önemli çalışmalara imza atan Montalcini, sinir hücrelerinin hayatta kalması için gerekli olan maddeyi yılan zehrinden ayrıştırarak NGF (Sinir Büyüme Faktörü) adını verdiği yeni bir protein türü keşfetti. Özellikle Alzheimer gibi hastalıklarda hasar gören hasarlı nöronları yeniden canlandırma potansiyelleri ve günümüzde de halen önemli bir tartışma konusu olan NGF, Levi-Montalcini ve Dr. Cohen, 1986’da Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü paylaşmasını sağladı.

Nobel ödülünü getiren bu çalışmanın ardından çalışmalarına devam eden ikili, pek çok büyüme-hızlandırıcı faktörü tanımladı. Bunlardan birisi de; üstderiye ait (epidermal) büyüme faktörü, göğüs kanseri oluşumunda rol oynuyordu ve tedaviye giden yolda en önemli yapıtaşlarından biriydi.

Siyasi yaşamındaki spekülasyonlar, Nobel için yüklü miktarda para ödendiği iddialarını gündeme taşısa da, Montalcini kaçmak zorunda kaldığı ülkesine 1962 yılında Profesör olarak döndü ve bir CNR Nörobiyoloji Araştırma Merkezi kurdu. Aynı zamanda 1968 yılında ABD Bilimler Akademisine seçilen 10. kadın olan Montalcini, aynı yıllarda ‘Ateizm’ itirafına rağmen, Papalık Bilimler Akademisi’ne saçilerek büyük şaşkınlık yarattı. Sosyal yaşamıyla da örnek çalışmalara imza atan Montalcini, Dünya Açlığına Karşı Kampanya kapsamında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün ilk dört büyükelçiden biri olarak seçilmişti.

200’den fazla bilimsel makale ile bilim dünyasında ‘ilk’lerin kadını olan Rita Levi-Montalcini, ömrünün sonuna kadar konferans ve seminerlerine de devam etmesinin yanı sıra, genç Afrikalı kadınların eğitim alabilmeleri için Onlus Vakfı’nı kurarak burada dersler verdi. Ağustos 2001’de İtalyan Cumhuriyeti’nin Başkanı Carlo Azeglio Ciampi tarafından senatör senatör seçildi.

Rita Levi Montalcini, 30 Aralık 2012’de gençliğinden hiçbir şey kaybetmeden, Roma’da hayata gözlerini yumdu.

Kaynaklar:

Açık Bilim

Evrim Ağacı

Scientific American

NYTimes

Embyro

NBeyin

Bilim

Savaş Sanatı ve Beyin

Yayınlandı

on

savaş sanatı ve beyin

Saldırı ve Tehlike ile Karşılaşınca Beyinde Ne Oluyor?

Günlük hayatta yaşadığımız temel problemlerden biri de korku, panik ve öfke psikolojisi yüzünden kontrol edemediğimiz davranışlarımızın bize olan olumsuz yansımalarıdır. Öyle ki, bu durum insanlarla olan ilişkilerimizi derinden etkileyerek yaşam kalitemizi bozmaktadır. Böylesi ciddi sorunları aşma konusunda yararlanabileceğimiz bir çok öğreti vardır. Bunlardan bir tanesi de, kişinin kendi korkuları ile yüzleşerek kendisinin farkına varmasını sağlayan savaş sanatı öğretisidir. Bu öğretide amaç herhangi bir sorunu dövüşerek ya da kavga ederek çözmek değil doğru bir enerjiyi devreye sokabileceğimiz bilinçli farkındalığımızı arttırmaktır. Elbette ki bu oldukça zor bir konu.

İnsanların tehlike, baskı, sözlü veya fiziksel bir tehditle karşılaştığında beyinlerinin korkuyu kontrol eden bölümü olan Amigdala uyarılır. Amigdala bedenin harekete geçmesi için Hipotalamusa sinyal gönderir ve Hipofiz bezi kortizol, adrenalin, nöradrenalin gibi stres hormonlarının salgısını başlatır. Sinirbilimde buna “HİPOFİZ-ADRENAL AKS (HPA) denir.

Sistem devreye girdiğinde;

Reaksiyon vermek için panik davranışları başlar; bu psikolojinin bozulması anlamına gelir. Dövüş sırasında daha çok ışık almak için göz bebekleri büyür; mücadelede daha hareketli ve güçlü olmak için kan iç organlardan çekilerek kaslara yönlendirilir; beden aşırı katı ve gergin duruma geçer; daha çok oksijen alabilmek için solunum sıklaşır. Bu da öfke, korku ve panik halinin artarak devam etmesi, saldırganlaşma dozunun yükselmesi demektir.

Biyolojik olarak insan beyni ve bedeni tehlike ve saldırılar karşısında kendisini savunmak için böyle hareket etmeye programlanmıştır. Bilimsel literatürde bu sisteme “Kaç Ya Da Savaş Tepkisi” denir.

Aslına bakarsanız bu, tekniği ve stratejisi olmayan, kazanmanın sadece fiziksel güçteki performansa bağlı olduğu ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Klasik sokak kavgalarında (hayvanlar arasında da) yaşanan mücadelede bu mekanizma işler. Aynı zamanda otonom bir tepkidir. Yani korku tetiklendikten sonra biyolojik beden istemsiz olarak harekete geçer. Kavga ve sözlü tartışmalara girerken ve girdikten sonra kendimizi kaybedip ne yaptığımızın farkında olmamamızın nedeni de budur. Öyle ki, bu mekanizma yaşadığınız baskı ve tehlikenin büyüklüğüne göre karşınızdaki kişiye zarar vermeden sizi durdurmayabilir. İşte bu büyük bir problemdir çünkü kendimizi savunacağız derken sonradan pişmanlık duyacacağımız olumsuz sonuçları yaşamak zorunda kalabiliriz. Mesela karşımızdaki insana zarar verecek boyutta sözlü ve fiziksel davranışlarda bulunarak hiç yoktan yere adli bir olayın parçası olmak gibi. Sadece bu da değil tabii ki. İşin bir de vicdani sorumluluk tarafı olduğunu da unutmamak lazım. Sonuçta bir başka insana zarar vermek kendinizi kötü hissetmenize neden olabilir.

SAVAŞ SANATI ise bir savunma mekanizması olarak bu sistemden farklı prensiplerle çalışır. En başta bilinçli farkındalık, solunumda düzen, sakinlik, mantıklı hareket etme, stratejik düşünme esastır. Bunlar bize mücadele sırasında hem zihinsel hem de fiziksel anlamda ESNEKLİK kazandırır. Bu esneklik psikolojik açıdan doğru noktada durmayı, fiziksel açıdan da teknik becerilerimizi sergileyebilmemize olanak tanır. Çünkü “kaç ya da savaş tepkisi” ile salgılanan stres hormonları psikolojimizi bozduğu gibi, bedenimizi de aşırı derecede gerginleştirerek teknikleri istediğimiz rahatlıkta uygulayamaz hale gelmemize neden olur.

Savaş sanatında belirttiğimiz bu özellikler hiçbir canlıda doğuştan gelmez, ancak sonradan eğitimle kazanılır. Bu konuda da tüm canlılar içinde gelişmiş bir prefrontal kortekse sahip olan insan tektir, diyebiliriz. Prefrontal korteks; düşünme, düşündüğünün üzerine düşünebilme, geleceğe yönelik plan yapma becerisi, eğitim, farkındalık gibi özellikleri kontrol eden beyin bölgesidir.

İnsanı insan yapan bu özellik aynı zamanda SAVAŞI SANAT yapan özelliğin de ta kendisidir. Rakip ve düşmanlarına karşı avantaj yaratabilmek için zihnini ve bedenini eğitmenin önemini kavrayan insan SAVAŞI adeta SANAT haline dönüştürmüştür.

Tıpkı kaba bir taşın usta bir heykeltıraş tarafından yontularak biçim verilmesi gibi, dövüş sanatçıları da zihinlerini bir sanat eseri gibi yeniden inşa ederek kendilerini bu konuda geliştirmişlerdir. Aslında hepsinden daha önemlisi de, düşünen insanın SAVAŞ SANATI dediğimiz bu kavramla kendisini sorgulayarak korku ve saldırganlık üreten zihnini değiştirecek bilinçli bir farkındalığa ulaşmasıdır.

Naci Kesener

Savaş Sanatı Eğitmeni

nBeyin

Devamını oku

Bilim

Kırık Camlar Teorisi ve Sokak Dedektifliği: Toplumsal Sorumluluk Çağrısı

Yayınlandı

on

Kırık Camlar Teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yaptığı bir deneyden esinlenerek geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori, küçük çaplı düzensizliklerin ve ihlallerin, daha büyük suçlara ve toplumsal bozulmalara yol açabileceğini savunur1Örneğin, terk edilmiş bir binanın camları kırıldığında ve tamir edilmediğinde, bu durum daha fazla vandalizme davetiye çıkarır ve sonunda bina tamamen harap olabilir2.

Bu teoriyi yaşadığımız toplum ve çevredeki aksaklıkları engellemek için kullanabiliriz. İşte burada sokak dedektifliği devreye giriyor. Sokak dedektifleri, mahallelerinde veya çevrelerinde meydana gelen küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Bu, sadece suç oranlarını düşürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de artırır.

Sokak Dedektifi Olmanın Önemi

  1. Erken Müdahale: Sokak dedektifleri, küçük çaplı düzensizlikleri ve ihlalleri erken aşamada tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebilirler. Örneğin, bir parkta kırık bir bankın tamir edilmesi, vandalizmin önüne geçebilir.
  2. Toplumsal Bilinç ve Katılım: Sokak dedektifleri, toplumun diğer üyelerini de bu tür sorunlara karşı duyarlı hale getirir. Bu, toplumsal bilincin artmasına ve herkesin yaşadığı çevreye daha fazla özen göstermesine yol açar.
  3. Güvenli ve Temiz Çevre: Sokak dedektifleri, çevrelerindeki düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, yaşadıkları alanın daha güvenli ve temiz olmasını sağlarlar. Bu, hem fiziksel hem de psikolojik olarak toplumun genel refahını artırır.

Sosyal Sorumluluk Çağrısı

Hepimiz yaşadığımız çevrenin bir parçasıyız ve bu çevrenin düzenli, temiz ve güvenli olmasını sağlamak bizim sorumluluğumuzda. Sokak dedektifliği, bu sorumluluğu yerine getirmenin etkili bir yoludur. Her birimiz, çevremizdeki küçük düzensizlikleri ve ihlalleri tespit ederek, bunların daha büyük sorunlara dönüşmesini engelleyebiliriz. Bu, sadece kendi yaşam kalitemizi artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni ve güvenliği de sağlar.

Unutmayalım ki, küçük adımlar büyük değişimlere yol açar. Hep birlikte, yaşadığımız çevreyi daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Sokak dedektifi olun, toplumsal sorumluluğunuzu yerine getirin ve çevrenizi koruyun!

1Kırık Camlar Teorisi – Vikipedi 2Kırık Camlar Teorisi Nedir? – WM Aracı

Devamını oku

Bilim

Özel Dedektiflik Eğitimi Kayıt İçin Acele Edin ;15 Ocak 2015

Yayınlandı

on

Bu özel Dedektiflik eğitimi ile İnsan davranışlarını analiz etme, iletişim kurma, ikna etme ve müzakere gibi sosyal becerilerin geliştirilmesini hedefliyoruz.Eğitim profesyoneller için ve kayıt sınırlıdır.

1. Sanal Gerçeklik Simülasyonları: Gerçek hayatta karşılaşabilecek zorlu senaryoları (takip edilme, gözetim altına alınma, bilgi toplama vb.) VR ile deneyimleyerek öğrencilerin pratik becerilerini geliştirmesi.

2. Yapay Zeka Destekli Eğitim: Öğrencilerin sorularını yanıtlayan, senaryolar oluşturan ve hatalarını tespit eden AI asistanları ile kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimi sunulması.

3. Uluslararası İşbirliği: Farklı ülkelerdeki dedektiflik okullarıyla ortaklaşa eğitim programları düzenleyerek öğrencilerin küresel bakış açısı kazanması.

4. Cyber Dedektiflik Modülü: Artan siber suçlar karşısında öğrencilerin dijital izleri takip etme, veri analizi yapma ve siber güvenlik konularında uzmanlaşmasını sağlayan bir modül eklenmesi.

5. Sosyal Mühendislik Atölyeleri: İnsanları manipüle etme yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin sosyal becerilerini güçlendirmesi ve karşı tarafı etkileme konusunda uzmanlaşması.

6. Gizli Dil ve Şifreleme Dersleri: Tarihte kullanılan gizli diller ve şifreleme yöntemlerini öğreterek öğrencilerin gizli mesajları çözme ve kendi şifrelerini oluşturma becerilerini geliştirmesi.

7. Beden Dili ve Mikro ifade Analizi: İnsanların bilinçaltı mesajlarını okuyarak doğrulama ve yalan tespiti konularında uzmanlaşmalarını sağlayan bir eğitim modülü.

8. Sahtekarlık ve Dolandırıcılık Eğitimi: Farklı dolandırıcılık yöntemlerini öğrenerek öğrencilerin bu tür suçlara karşı bilinçlenmesi ve önlem alması.

9. Hayatta Kalma Becerileri Eğitimi: Zorlu koşullarda hayatta kalma tekniklerini öğreterek öğrencilerin fiziksel ve zihinsel dayanıklılıklarını artırması.

10. Etik ve Hukuk Dersleri: Dedektiflik mesleğinin etik kurallarını ve yasal sınırlarını öğreterek öğrencilerin mesleki sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlanması.

Dat Özel Dedektiflik Ümit Hakan Karakaya

Devamını oku

Trend Yazılar